8 Haziran 2015 Pazartesi

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HZ ZINDIKA DEDİĞİ KOMİTENİN OYUNUNU BOZMALIYIZ : Bu menhûs millet; başkalarının kanını dökmeden önce, maddî açıdan onlara üstün gelir, bu güçlerini kullanarak insanları satın alır ve figüran olarak kullanırlar.

O milletin edebî ve kültürel damarlarını tahrip eder, sanat adı altında fikirlerini empoze ederek; gerek sinema, tiyatro, medya ve diğer araçlarla, gerekse dinî ortamlara ve din tedrisatı veren müesseselere sızarak inanç, ibâdet ve ahlâk temelleri üzerinde şüpheler ortaya atıp onların hayat damarlarını ve geçmişle olan bağlarını keserek mânevî açıdan kısırlaştırıp zayıf ve zelil duruma düşmelerini sağlamış olurlar.

Bugün dünya medyasına hükmeden ve ticareti elinde bulundurarak zayıf milletleri sömürge haline getiren bu habis ruh; savaşların, kargaşa ve terörün, ifsat ve bozgunculuğun öncü rolünü üstlenmiş ve değişik kanalları kullanarak emellerine ulaşmıştır.

Her türlü ihtilâlin, kışkırtıcılığın, geleceğin  plânlanması ve uygulamaya konulması, insan hakları ihlalleri, inandığı gibi yaşama hakkına baskılar, eğitimine konan engellemeler, darbeler, e-muhturalar, andıçlar, ergenekonvârî yapılanmaların kod ve şifreleri de yine bu menhûs ruh marifetiyle gerçekleştirilmektedir.

İçten Yahudi Siyonizmi taraftarı olan süfyanizmi genç nesle şirin gösterip bu yolla dinden ve Kur’ân’dan uzaklaştırmak gibi önceden kararlaştırılmış plânlarını uygulama devam etmektedirler.


İnşâallah Kur’ân nuruyla gönlü ve gözü aydınlanmış olanlar, bu tuzağa düşmeyecekler ve sinsî plânları Allah’ın yardımıyla tesirsiz bırakacaklardır.


Mahkemece varlığı kabul edilen ve mensupları hakkında çeşitli hapis cezalarına çarptırılan şimdilerde ise tahliye sürecine giren “Ergenekon Örgütü”, memleketimizin bilhassa son seksen-doksan senelik maddi- manevi hayatında çok büyük etkisi oldu. Hatta bu komite, devletin en üst mevkilerini işgal ederek ve devletin de nüfuzunu kullanarak millete zulüm etti. Anayasayı, darbeler yaparak ve kendi keyifleri anlayışında değiştirerek, antidemokratik kanunlarla zulümlerini kanun kılıfına soktular.
Esasen Osmanlının yıkılışında rol alan bu örgüt-komite, Osmanlı sonrası ülkemizin düzenlenmesinde ve kendi gaye ve maksatları istikametinde yani dinsizliği yerleştirmek ve yaymak için kendilerine engel gördükleri herşeyi ve herkesi ortadan kaldırmaya karar verdiler.

Bu durumu Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:

“Otuz sene evvel Dar-ül Hikmet a'zası iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dar-ül Hikmet a'zasından Seyyid Sa'deddin Paşa dedi ki:

"Kat'i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremiyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız" diye senin i'damına hükmetmişler. Kendini muhafaza et."

Ben de "Tevekkeltü Alallah, ecel birdir, tegayyür etmez" dedim.”(Emirdağ Lahikası-1 sh: 193)

Şimdi Risale-i Nur'un  bazı yerlerinde geçen ve şimdiki gizli çalışan şer odaklarının tarih içerisinde nasıl çalıştıklarını ve nasıl bir tavır takındıklarını gösteren yerleri görmeye çalışalım:    

1. Görünüşte itibar sahibi olan ve hakikatte asıl menfi gayelerini gizleyen bir cereyan, daima hükümeti kandırıp, dindarların ve özellikle Nur talebelerinin kusurlarını araştırıp, cezalandırmaya çalıştığını ifade ediyor. Şu anda medyaya yansıyan haberlere ve savcıların iddialarına göre devletin içerisinde itibar sahibi olup, hükümetleri yanlış yönlendiren bir cereyanın bu gibi faaliyetleri nasıl bir iştahla yaptığı aşikar ortadadır.

"Bu defa, Ayetü’l-Kübra’yı dikkatle ve muarızları nazara alıp okudum. Şüphem kalmadı ki, Risale-i Nur’un çok şiddetli darbelerine karşı muarızlar zaif bahaneler ve sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz kusurları medar-ı mes’uliyet gördükleri halde, bu dehşetli darbeleri nazara almayıp hem beraatimizi, hem Risale-i Nur’un serbestiyetini kabul etmelerinin sebebi: Başta Ayetü’l-Kübra olarak Risale-i Nur’un “Meyve” ve “Hüccetü’l-Baliğa” gibi eczalarındaki harikulade ve sarsılmaz hakikatler, onların dehşetli inatlarını kırmasıdır. Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini, beraatimizi resmen kabul etmişler. Fakat yine gizli zındıka komitesi, elinden geldiği kadar nazar-ı millette kendilerini lanetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarımızı arıyorlar ve hükumeti iğfal etmeye çalışıyorlar. Onun için, biz, eskisi gibi ihtiyatımızı elden bırakmamalıyız."(1)

2. Yine bu komiteci ve asıl gayelerini gizli yürüten kişiler, din mensuplarını birbirlerinin aleyhine düşürmeye, Alevi- Sünni, Vehhabi- Sünni ve şu cemaat – bu cemaat gibi suni gündemler vasıtasıyla düşmanlıklarını artırıp, İslam’ı zayıflatmaya çalışmaktadırlar.

"İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhabilik damarıyla en ziyade İslamiyeti ve hakikat-i Kur’aniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikati Alevilikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek dehşetli bir darbeyi İslamiyete vurmaya çalışanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasını mektubunda yazıyorsun. Hatta sen de biliyorsun; benim ve Risale-i Nur’un aleyhinde istimal edilen en tesirli vasıtayı hocalardan bulmuşlar."(2)



3. Fakirleşen alem-i İslam’ın bu halinden istifade etmeye çalışan gizli din düşmanları tüm alem-i İslam çapında maddi ve manevi bir istilaya girişmişlerdir. Bunlar ortada fazla görünmeyen kişiler olup, taraftarları vasıtasıyla dine zarar vermeye çalışmışlardır.

"Evet, o dalalet ve zındıkanın en azgın devirlerinde Bediüzzaman Said Nursi, daimi nezaret ve tarassut altında ve böyle müthiş ve pek çok ağır şerait içerisinde idi. Nemrutların, Firavunların, Şeddadların ve Yezidlerin yapamadığı zulümlerin envaı Bediüzzaman’a yapılıyordu. Ve yirmi beş sene böyle devam etti.

O zaman alem-i İslam, maddeten fakirdi ve müstevlilerin esaretinde bulunuyordu. Bütün gizli fesat ve dinsizlik komiteleri, hem Türkiye’de, hem alem-i İslamda müthiş faaliyetler yapıyor ve taraftarları onları destekliyor ve hepsi de İslamiyet aleyhinde ittifak ediyorlardı."(3)

4. Müspet hareket eden ve dinlerinde samimi olan dindarlar ve vatanperverlerin aleyhinde herhangi bir hukuki dava açılamaz. Çünkü bu gibi kişi veya teşekküller, devletin işine karışmadıkları veya cinayetleri olmadığından cezaya müstahak olacak halleri de elbette olmaz. Çünkü kanunlar vukuat ile ceza verir, imkanat ile ceza veremez. Fakat kanun dışı iş yapmaya ve karanlıktan beslenen bazı komiteler, resmi memurları aldatmak suretiyle suçları olmayan kişileri daima rahatsız etmişlerdir.



"• Ehl-i hükumetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükumetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir taun-u beşeri ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmi memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var.

Biz de deriz:"

"Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur’an’ın kuvvetiyle, Allah’ın inayetiyle kaçmayız. O irtidatkar küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silah etmeyiz!"(4)

"• Ben tahmin ediyordum ki, hakiki ve en son müdafaanamemiz, Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak. Çünkü, evvelce bazı evham yüzünden bir seneden beri ve aleyhimize geniş bir tarzda çevrilen planlar bunlardır: 

“Tarikatçılık, komitecilik ve dini hissiyatı siyasete alet etmek ve Cumhuriyet aleyhinde çalışmak ve idare ve asayişe ilişmek” gibi asılsız bahanelerle bize hücum ettiler. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, onların planları akim kaldı. O kadar geniş bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, on sekiz sene zarfındaki mektup ve kitaplarda, hakikat-i imaniyeden ve Kur’aniyeden ve ahiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalışmaktan başka birşe  bulmadılar. 


Planlarını gizlemek için gayet adi bahaneleri aramaya başladılar. Fakat hükumetin bazı erkanını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı, güneş gibi zahir ve şüphe bırakmaz ve dağ gibi metin, sarsılmaz olan Meyve Risalesi onlara karşı en kuvvetli bir müdafaa olup onları susturacak diye bize yazdırıldı zannediyorum."(5)

5. Bu komite ve cereyan, devamlı bir surette hükümeti yanlış yönlendirmekle iş yapmaya ve muhaliflerini bertaraf etmeye çalışmıştır. Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı; o da Allah’ın (c.c) ihlasla çalışanlara verdiği inayet ve muvaffakiyettir.


"Bir cilve-i inayet-i Rabbaniye ve bir himayet-i hıfz-ı İlahiyedir ki, Ankara’da ehl-i vukuf heyeti, Risale-i Nur’un hakikatlerine karşı mağlup olup, şiddetli tenkit ve itirazın çok esbabı varken adeta beraatine karar verdiklerini işittim. Halbuki mahremlerin şedit ifadeleri ve müdafaatın dokunaklı meydan okumaları ve Maarif Vekilinin dehşetli hücumu ve ehl-i vukufun heyetinde maarif dairesine mensup ehemmiyetli iki maddi feylesofların ve yeni icadlara tarafdar büyük bir alimin bulunması ve bir seneden beri gizli zındıka komitesi aleyhimize Halk Fırkasını ve Maarifi sevk etmesi cihetiyle, ehl-i vukufun pek şiddetli itirazları ve bizi ağır cezalarla ittiham etmelerini beklerken, himayet ve inayet-i Rahmaniye imdada yetişip onlara Risale-i Nur’un yüksek makamını göstererek, şiddetli tenkitlerden vazgeçirmiş."(6)

Bu cereyan sahipleri ve komiteciler, sadece zamanımızda bulunan birkaç kişi değildir. Bunlar Osmanlı’nın artık yıkılma sinyalleri verdiği tarihlerden itibaren bu vatanda tesirli bir şekilde çalışmış ve kökleri yurt dışında olan organizeli bir komitedir. Bunlar kendi emellerine mani olmaya çalışan herkesi ortadan kaldırmayı adet edinmiş kişilerdir. 

"• Hamisen: Kat’iyen size beyan ediyorum ki, hiçbir cemiyetçilik ve cemiyetlerle ve siyasi cereyanlarla hiçbir alakası olmayan Nur talebelerini, cemiyetçilik ve siyasetçilikle ittiham etmek, doğrudan doğruya kırk seneden beri İslamiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki, üç mahkeme cemiyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraatlarına karar vermişler."(7)

 Hükumet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatine çok lüzumu varken beni sıkması ima eder ki, kırk seneden beri benimle mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmi makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükumet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emareler bana endişe veriyor."(8)

"İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi on dokuz defa oldu). En son dehşetli planları, sabık Dahiliye Vekilini ve Afyon’un sabık Valisini, Emirdağının sabık kaymakam vekilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmi hükumetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zaif, ihtiyar, merdumgiriz, fakir, garip, hizmete çok muhtaç bir biçareye o üç resmi memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki, bir memur bana selam etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selam etmediklerini gördüğüm halde, inayet ve hıfz-ı İlahi bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehalete mecbur etmedi."(9)

6. Üstadımızın talebelerinden Zübeyr Gündüzalp Ağabeyimizin bu ifadelerinden anlaşılacağı gibi, bu milletin ve gençliğin maddi ve manevi mahvolmasına çalışan gizli vatan düşmanlarının varlığı kesindir. Bunlar kendilerine yakın olan o zamanki iktidar partisini kullanarak çok yanlışlıklar işlemişlerdir.

"• Senelerden beri emsaline rastlanmamış, bir feragat-ı nefs ve fedakarlıkla en ağır şerait altında yüz otuz parçadan müteşekkil muazzam ve harika eser külliyatıyla vatan ve milletin manevi kurtuluşunu temin eden böyle bir zata bu tarzda ilişmek, elbette millet ve gençliğin mahv u perişan olmasına gayret eden gizli vatan düşmanlarına yardım etmek ve alet olmaktır. Afyon’da bir-iki mütemerrid, bir zındık masonun iştirak ve teşvikiyle, o insanın bu tarz ihanet etmek fikrine, hiçbir ihaneti kabul etmeyen Üstadımızın tahammül etmesinden ve ehemmiyet vermediğinden şu hakikati kat’iyen anladık ki, bu vatan ve millete kendi yüzünden bir zarar gelmemesi için haysiyetini, şerefini, nefsini, ruhunu, rahatını dahi feda etmiştir."(10)

"Ecnebi parmağıyla idare edilen zındıka komiteleri, İslamiyeti imha için, İslam memleketlerinde, bilhassa Türkiye'de öyle desiselerle entrikalar çevirmişler, haince dolaplar döndürmüşler, hunharane ve vahşiyane zulümler irtikab ve şeytani ve menfur planlar tatbik etmişler ve iğfalatta bulunmuşlar; iblisane, sinsi metodlar takip etmişler ve kardeşi kardeşle çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslamın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribatlar yapmıştır."(11)

Dipnotlar:

(1) bk. Emirdağ Lahikası -I, (26. Mektup)

(2) bk. a.g.e., (152. Mektup)

(3) bk. Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı, Risale-i nur'un Zuhuru

(4) bk. a.g.e., Denizli Hayatı

(5) bk. a.g.e.,

(6) bk. Şualar, On Üçüncü Şua

(7) bk. Tarihçe-i Hayat, Afyon Hayatı, Afyon Mahkemesi

(8) bk. Şualar, On Dördüncü Şua

(9) bk. Emirdağ Lahikası - I, (145. Mektup)

(10) bk. Emirdağ Lahikası - 2, (14. Mektup)

(11) bk. Sözler, Konferans

“Dikkat ediniz, küfrü mutlakı müdâfaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın.” (Şualar, 13. Şua)

Üstad’ın bu ikazından, bu sinsî komitenin her tarafa parmak karıştırabileceğini anlıyoruz.

Gizli ifsad komitesinin içtimaî, hukukî, ekonomik, siyasî ve asayiş sahalarındaki muhtelif ifsadatı devam etmektedir.
1909 tarihinde Yahudi bir gazetecinin bir Alman gazetesinde yazdıkları dikkat çekicidir. 


Bu yazıda, o komitenin bir nevi hükûmet tarzında görevini yaptığını, üç yüz kişiden ibaret olduğunu, kendilerinden başka hiç kimsenin onları tanımadıklarını, bütün dünyanın geleceği hakkında hüküm verdiklerini, dünya ticaretini ve maddî imkânlarını ellerinde tuttuklarını, bu maddî güçle ülkeler üzerinde kültürel tahribat yaptıklarını, toplumların inanç ve değerlerini dejenere ettiklerini, zehirli bir ejderha gibi, kuyruğunun Filistin’de ( İSRAİL de ) olduğunu, gerekli tahribatı yapıp âlemi ifsat ettikten sonra Kudüs’te bu Siyonist birliği kurarak başla kuyruğun birleşmesi amacıyla plânlı bir çalışma içerisinde bulunduklarını ifade etmektedir.


Bu menhûs millet; başkalarının kanını dökmeden önce, maddî  açıdan onlara üstün gelir, bu güçlerini kullanarak insanları satın alır ve figüran olarak kullanırlar. 

O milletin edebî ve kültürel damarlarını tahrip eder, sanat adı altında fikirlerini empoze ederek; gerek sinema, tiyatro, medya ve diğer araçlarla, gerekse dinî ortamlara ve din tedrisatı veren müesseselere sızarak inanç, ibâdet ve ahlâk temelleri üzerinde şüpheler ortaya atıp onların hayat damarlarını ve geçmişle olan bağlarını keserek mânevî açıdan kısırlaştırıp zayıf ve zelil duruma düşmelerini sağlamış olurlar.

Bugün dünya medyasına hükmeden ve ticareti elinde bulundurarak zayıf milletleri sömürge haline getiren bu habis ruh; savaşların, kargaşa ve terörün, ifsat ve bozgunculuğun öncü rolünü üstlenmiş ve değişik kanalları kullanarak emellerine ulaşmıştır.

Her türlü ihtilâlin, kışkırtıcılığın, geleceğin  plânlanması ve uygulamaya konulması, insan hakları ihlalleri, inandığı gibi yaşama hakkına baskılar, eğitimine konan engellemeler, darbeler, e-muhturalar, andıçlar, ergenekonvârî yapılanmaların kod ve şifreleri de yine bu menhûs ruh marifetiyle gerçekleştirilmektedir.

İçten Yahudi Siyonizmi taraftarı olan süfyanizmi genç nesle şirin gösterip bu yolla dinden ve Kur’ân’dan uzaklaştırmak gibi önceden kararlaştırılmış plânlarını uygulama devam etmektedirler.


İnşâallah Kur’ân nuruyla gönlü ve gözü aydınlanmış olanlar, bu tuzağa düşmeyecekler ve sinsî plânları Allah’ın yardımıyla tesirsiz bırakacaklardır.

Cemaatler arası ve cemaat içi ihtilaflar icad edip körükleyen, çeşitli va’dlerle taraftar toplayan, ırk, bölge ve dil istismarcılığıyla fitne tohumları eken, her türlü özgürlük ve açılımın önüne farklı bahanelerle (laiklik, bayrak, vatan, devlet, milliyetçilik v.s istismarcılığıyla) engeller koymaya çalışan, bunun için de farklı kesimleri kışkırtan yine bu komitedir.

Abdülhamit Han Hazretlerini tahttan indiren, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali  (R.anhüm)’ün şehid edilmelerinde büyük rol oynayan ve Hilâfet-i İslâmiyeyi kaldırarak, süfyânî bir gücün hâkimiyetine yardım eden yine Yahudi milletinden müteşekkil o gizli komitedir.

Sultan Abdülhamid’e gönderilen Karaso şöyle alçakça bir teklif götürür: 
“Ben, mason cemiyeti tarafından zât-ı âlinize bir teklif ile geldim. Teklifimiz şudur ki: devletçe borçlusunuz. Borcunuzu ödemek üzere 5 milyon altın lira devletinizin hazinesine hediye ediyoruz; yüz sene sonra ödemek üzere 100 milyon altın lira da faizsiz borç veriyoruz. Buna karşılık bize Filistin’den az bir arazi hakkı tanıyınız.”


Cennetmekân Abdülhamid’in : “Ey alçak, huzurumdan çık git” şeklinde yerinde ve onurlu bir cevap verdiği tarîhen sabittir.


O cemiyet yılmadı, daha sonra 1901-1902 yıllarında Herzl’i gönderdi. O yüce Hâkan, Filistin’den verebileceği bir karış arazinin olmadığını, bu toprakların İslâm ümmetinin toprakları olduğunu haykırdı. “Saltanatın tehlikeye girdi” tehdidine de aldırmadı.

Ancak o gizli komite üçüncü kez bir atak yaptı, bu sefer İttihad ve Terakki Cemiyetini devreye soktu. Bir şey koparamayacaklarını anlayınca, Halifelik vazifesinden azletme konusunda ittifak ettiler. 

Bu amaçla Arap âlemindeki şer güçlerden ve İslâm Âlemini parçalamayı gözüne kestirmiş kişilerden yardım istediler. Neticede II. Abdülhamit Han’ın hilâfeti sona erince, hâkimiyet İttihad ve Terakki Cemiyetinin eline geçmiş oldu. Bundan sonra musibetler birer birer İslâm devletinin başına dökülmeye başladı ve önceden plânlanmış icraatlar tek tek uygulamaya konmuş oldu.


Kapitalizm ve komünizmin temelinde de bunlar vardır. Komünizm, dünyaya hükmeden bu gizli komitenin eseridir.

Ve aynı zamanda mason ve komünist işbirliğinin bir yansımasıdır.
Komünizmi yaymaya çalışan komünist komitesinin gizli ifsad komitesiyle beraber hareket edebileceklerini ve hükümetin de onlara ses çıkarmadığını 1948 yılında Afyon Hapsinde bildiren Bediüzzaman Hazretleri der ki: 


«Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zendeka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. 


Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emareler bana endişe veriyor.» (Şualar )


Birinci ve İkinci dünya savaşlarını bu komite tetiklemiş, Büyük Fransız İhtilalinin arkasında bu masonik oluşum durmuş, Arap ve İslâm Âlemine ırkçılık tohumlarını yine bunlar atmış, İslâm Devletlerinin parçalanmasını ve aralarında ihtilafların çıkmasını bunlar plânlamış, savaş kışkırtıcılığı yaparak İslâm ülkelerini birbirine düşürmüş, silah ticaretinden en büyük payı kapmışlardır...

İslâm âleminde dünden bu güne akıtılan kanların, yapılan zulümlerin, öldürülen çocukların, el konulan yer altı ve yer üstü kaynakların menfur emelleri ve Siyonist hedefleri için peşkeş çekilmesinin zâlim aktörleri de bunlardır.


Münafıkane tavır sergileyerek bazen Müslüman, bazen Hıristiyan görünüp, mezhep ve din ayırımcılığını körüklemek suretiyle halkları birbirine düşürmüşlerdir.

İslâm âleminde ırkçılık/milliyetçilik fikrini yayarak geri kalmışlığın sebebinin İslâmiyet olduğunu, ilerlemek ve güzel bir hayat yaşamak için İslâmiyeti terk etmeleri yönünde telkinlerde bulunmuş ve büyük fitnelere sebebiyet vermişlerdir.


Bediüzzaman Hazretleri de, insanlığın içtimâî hayatını sarsan faiz ve banka sistemini tesis eden, her çeşit bozguncu komitelerine karışan ve her türlü ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu (Sözler, 25.söz, 2.şua; 5.Lem’a, 4.ışık) ifade buyurmuşlardır.


250 sene öncesine kadar dayanan bu menhûs komite; “medeniyet, demokrasi, insan hakları, hürriyet, eşitlik, kadın hakları, işçi hakları”  gibi isimler altında kelime oyunlarıyla âlemi bozdular, özellikle Hıristiyan âlemi üzerinde etkili oldular. 

Bugün de o gizli komite, Evangelist adı altında başka bir cemiyeti bütün dünyanın başına musallat etmiştir. “Kutsal kitaba yönelmek” anlamına gelen bu tabir, ilk defa Protestan Reformu sırasında Luther ve onun bağlıları için kullanılmıştır. Bugün için Evangelizm, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir.


 20. Yüzyıl başında ABD’de Protestanlar arasında liberaller ve tutucular diye iki kanat ortaya çıkmış, “fundemantelist” (köktendinci) diye önce kendilerini isimlendirmiş, sonra da Evangelistler olarak tanımlanmaya başlamışlardır. Bugün Amerika’da 30 milyonun üzerinde Evangelist Protestan vardır.
Kayda değer en mühimi de, bugün ABD’yi yöneten “globalist çete”nin gizli dini Evangelizmdir. Bunun samimi bağlılarından biri de Bush’dur. Bu karma ve müşterek komitenin sözü edilen bu belirttiğimiz ayağı için söylenecek en kestirme söz şudur: “Evangelist Hıristiyan Siyonistlerdir.”

Yani bu komite şekilden şekle girmekte, yüzünü farklı din ve ırkları arkasına ve desteğine alarak tahribatına devam etmektedir.
Yine o komitenin kendi dâvaları için en büyük engellerden biri olarak gördükleri ve on dokuz defa zehirledikleri Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadeleri tezimizi tavzih etmektedir:

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhâd nâmına bu milleti ifsâd ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’ân hakîkatına ve imân hakîkatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bu gizli ifsâd komitesine karşı, bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz me’murlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandaclarına hitâben, fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsâde ediniz.” (Şualar,12. Şua)


Kökü dışarıda olan o gizli zındıka komitesi, dîne dayalı devletleri ilga edip yerine laik sistemler kurdurmak suretiyle, İslâm ülkelerinde misyonerlik faaliyetlerini desteklemiş, İslâmiyet aleyhine konuşmaları teşvik etmiş, yeni kiliseler açılmasını, diğer din mensuplarının da ehl-i cennet ve ehl-i necat oldukları fikrini yayarak hoşgörü kültürünün yanlış yönlendirilmesine sebep olmuşlardır.

O gizli komitenin tahrik ve teşvikiyle, Kur’ân’a aykırı bütün metod, propaganda ve çalışmalar bütün hızıyla devam etmektedir. 

Kur’ân’ın yeterli olduğunu (aslında Kur’ân’a inandıklarından değil), hadislerin zaten (hâşa yüzbin defa hâşa) uydurma olduğunu, dini yeniden yorumlamak gerektiğini, bu günün ihtiyaçlarına cevap vermediğini, İmam-ı Âzam gibi mezhep imamlarının ve müçtehidlerin da birer insan olduklarını, kendilerinin de yorum yapabileceklerini ileri süren zamanımızın ulemâussû’ 

Figüranlarını medya organları, özellikle TV’ler vasıtasıyla halkın önüne çıkartıp Müslümanların akidelerini ve 1400 yıllık  İslâmî düşüncelerini ve dinin dört ana kaynağını yıkmak amacıyla sürdürdükleri tahripkâr çalışmaları, Müslüman milletimiz ve Kur’ân’a bağlı halkımız ve özellikle gençliğimiz için büyük tehlike arz etmektedir.



Geçtiğimiz hafta, bir Nur dersi esnasında, bir üniversiteli kardeşimizin anlattıkları, üniversite mahfillerinde bu işin hangi boyutlara ulaştığı, (hâşa) toplam sahih hadis sayısının 20’ler civarında olduğu yönündeki propaganda ve zihin karıştırma işlevinin hangi eller vâsıtasıyla ve nerelerde yapıldığının da bir resmi ve yansımasıdır.


Süfyaniyet rejimi, o komitenin ürünüdür.

 Ve tavrını açıkça koyan bir mücahit Said Nursî:


“Ayasofya’yı put¬hane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir ku¬man¬da¬nın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen ta¬raftar değiliz. Ve şahsımız itiba¬rıyla amel etmiyoruz.» (Şualar ) diyerek tepkisini koyuyor.


Asrın Bedîi Üstad NursÎ’nin eserlerinde yüz yerde bahsettiği bu komiteye karşı dikkatli ve duyarlı davranmamız gerektiği hususunda yazımızın başında zikredilen sözünü önemine binâen tekrar kaydederek, Sünnet-i Seniyyenin ihyâsı ve hayata geçirilmesi meselesinde duyarlı mü’minlere büyük vazifeler ve mes’ûliyetler düştüğünü tekrâren ifâde etmem gerekir diye düşünüyorum.



KİM BU ZINDIKA KOMİTESİ?

BAŞBAKAN TAYYIP ERDOĞAN’IN, YAPTIĞI SON AÇIKLAMALARDA YER ALAN BIR PARAGRAFIN HER CÜMLESI, CÜMLELERININ HER UNSURU MÜHIM BIR MESELEYE PARMAK BASIYOR.

Bu kaya gibi sağlam millet, nifak çıkarının, fitne çıkarının istediği şeyi yapmayacaktır. Bu iman dolu kalpler birbirine düşmeyecektir. Umduklarını asla bulamayacaklardır. Bir öleceğiz ama bin dirileceğiz. Bunları, bu oyunu yönlendirenlerin de duyması için söylüyorum.
Bu paragrafın her cümlesi, cümlelerinin her unsuru mühim bir meseleye parmak basıyor.‘Kaya gibi toplum’ ifadesi, hayatın getirdiği her türlü riske karşı tecrübeye dayanan bir tarih bilincine; ‘iman dolu kalpler’, sayısız acıları birlikte göğüslememize hizmet etmiş İslam kardeşliğine; ‘umduklarını bulmayacaklar’ taahhüdü, hem gizli bir senariste hem de bu Müslüman toplumun basiretine duyulan güvene; ‘bir ölüp bin diriliriz’ –ki bu ifadeyi ilk kullanan Bediuzzamandır- ifadesi ise iman ve azmin gücüne itimadını gösteriyor.
TÜRKİYE ARTIK 'HOP' DİYECEK GÜCE ERDİ
Başbakan, tüm bu noktalara temas edişinin nedenini son cümlede belirtiyor:
“Bunları, bu oyunu yönlendirenlerin de duyması için söylüyorum!”
İşte benim için milat olabilecek söz budur!
Bu gerçek, ilk defa bu serahatle ve bu kararlılıkla söyleniyor. Hem de en yetkili ağız tarafından…
Demek ki Türkiye artık kendisine numara yapanlara ‘hop’ diyecek güce erdi. Veya ‘artık ne olacaksa olsun’ noktasına geldi. Her iki hal de önemli. Çünkü bu tespit, terörün -kendi insanımızı bize karşı kullanıyor olmasına rağmen- bir dış operasyon olduğu gerçeğininhükümet tarafından derk edilmiş olmasıdır.
Esasında Türkiye yaklaşık 100-150 yıldır, içine hulul etmiş ‘saklı niyetli / gizli ajandası bulunan kişiler’in sevk ve idaresi altında. Toplum bunu seziyor ama isim koyamıyordu. Devletin dimağını ele geçirmiş bu komita, ancak kendi onayını almış olanların siyaset yapmasına ve öne geçmesine izin veriyor. Askeriyede kimin kurmay olacağından tutun da kimin hangi kurumun başına veya parti liderliğine getirileceğine varıncaya kadar hep onlar karar veriyor. Bu millet de daima, kötüler arasından daha az kötüyü seçmek zorunda bırakılıyor. Millet adına ümit olan partilerin kadrolarının nasıl oluşturulduğunu bir kere daha düşünürseniz ne dediğimi daha net anlaşılacaktır.
Devlet içinde böyle saklı ve etkili bir yapılanmanın var olduğunu ilk hisseden ve söyleyen Bediuzzaman’dır. O, ‘kökü ecnebide, kendisi burada (Türkiye’de)’ olan gizli bir örgütten söz eder ve ona  ‘zındıka komitesi’ adını verir. Devlet gücünün Risale-i Nur’a karşı kullanılmasının arkasındaki sebepleri araştırırken keşfeder onu:  
“Kat’i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: ‘Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.’ Ben de ‘Tevekkeltü alellah, ecel birdir, tagayyür etmez.’ dedim.(…)” (Emirdağ Lâhikası, 168)
Keza, “Fakat hükümetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı….” (Şualar, 13. Şua, 275)
Ve yine “…Kırk seneden beri İslâmiyet ve imân aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi Bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki…” (Şualar, 14. Şua, 343) diyerek, bu dehşetli ve tehlikeli örgüte karşı milleti ve hükümet erkanını uyandırmaya çalışır.
DEHŞETLİ, GİZLİ ÖRGÜT GÜN IŞINA ÇIKTI
Bediüzzaman’ın ‘iman ve İslamiyet düşmanı’, ‘dehşetli’, ‘gizli’ diye nitelediği bu ‘örgüt’ün ne olduğu, Ergenekon örgütünün bazı elemanları suçüstü yakalanıncaya kadar bilinmiyordu. Daha da önemlisi, onların faaliyet ve icraatları vatan ve milletin hayrına zannediliyordu.
Evet, Cumhuriyetin ilk yıllarında 120 kişiden oluşturulduğu söylenen bir ‘encümen’den söz ediliyordu ama bu örgütün kimlerden oluştuğu, üyelerinin nasıl seçildiği veya kimlerin üye olabildiği, en tepe noktasında kimin bulunduğu veya onun kimden emir aldığı hiçbir zaman bilinmedi.

Fakat ne zaman millet, maneviyatı ve imanı doğrultusunda bir adım atmış ise gizli bir el müdahale edip milleti o kararlılığından vazgeçmeye mecbur etti.

Sadık Yalsızuçanlar kardeşimin de ifade ittiği gibi, Bediuzzaman’ın Zındıka Komitesi dediği bu karanlık örgütün zihinlerde nasıl şekillendiğini bilemiyoruz ama hepimiz biliyoruz ki Osmanlı’nın yıkılışından bu yana, Türk milleti, tarihi misyonu ve kimliği ile asla bağdaşmayan bir yaşam tarzına zorlanmıştır.

 İç ve dış politikaları, hedefleri, milletin menfaati ve bekasından ziyade o saklı efendilerin arzusu istikametinde tecelli etti.
Türk milletinin tüm siyasi duruşları ve politikaları, 1940’lı yıllara kadar İngiliz politikaları çerçevesinde ve İsrail devleti lehine, ondan sonraki yıllarda ise yine İsrail’in bölgedeki amaçları doğrultusunda ama ABD politikaları ekseninde kullanılmıştır.



 Türk milletinin bu çizgiden sapma anlamına gelecek her çıkışı ve atağı, gizli bir el tarafından şiddetle cezalandırılmıştır. Yıllarca bu millet, cam fanusa hapsedilmiş pireler gibi sadece 20 cm sıçrayabilmeye mahkûm edilmiştir.
Çeşitli ihtilaller, iç karışıklıklar, çok sayıda faili meçhuller ve önce sol–sağ, şimdi de Kürt– Türk kavgasıyla 50 yıldır anarşizm ve terörle boğuşturularak ileri bir hamle yapmasına fırsat verilmedi.
Bir başbakanı ve iki bakanı asıldı, 28 Şubat sürecinde yüzlerce kayıp ve ölüm gerçekleşti. Birçok kez hukuk dışı usullerle halkın çıkardığı hükümetler devrildi, iktidarlar manipüle edildi. 

Sağdan ve soldan sayısız önemli insan öldürüldü ve hiçbir cinayetin esrarı çözülemedi. Daha da vahimi, bu ülkenin cumhurbaşkanına suikast yapıldı ama gerçek azmettiricilere asla ulaşılamadı.


 O cumhurbaşkanı  TURGUT ÖZAL , tetik çekeni bağışlamak zorunda kaldı, bir başbakan kendisine yapılan suikasta ilişkin konuşamadı ve ulaştığı bilgileri kamuoyuna açıklamaktan çekindi. Ardından kuşkulu bir biçimde öldü.


NEDEN OLAYLARIN ARDI ARKASI KESİLMİYOR
Ortadoğu’da, Orta Asya, Balkanlar ve Afrika’da meydana gelen tüm olayların ucu gelip Türkiye’ye dayandı ve hep Türkiye’nin çıkarları zedelendi.
Peki gerek Türkiye’de gerekse çevremizdeki ülkelerde çıkara dayalı açıktan veya gizli operasyonları yürütenler kim? Ve bunlara içimizden kim destek veriyor?
Bu coğrafyada neden olayların ardı arkası kesilmiyor? Neden dünyanın her bir yerinde var olan huzur ve asayiş bu coğrafyaya hiç uğramıyor?
Daha da vahimi, bütün bu olan bitenler karşısında birbirimizi suçlayıp duruyoruz. Olup bitenleri, Alevi Sünniden biliyor, Kürt Türkten biliyor, fakir zenginden biliyor, Arap Türkten biliyor, Türk Araptan… Bu hayhuy içinde kimsenin aklına gelmiyor ki neden ben Hacivat gibi aynı repliği tekrar ediyorum ve Karagöz aynı cümleyi söylüyor?
İşte ben umuyorum ki başbakanın dillendirdiği “Bunları, bu oyunu yönlendirenlerin de duyması için söylüyorum.” sözü, Türk milletinin uyanmışlığının bir ifadesi olsun. Türk anlasın ki kendi devletine kasdeden Kürt değildir. Ve Kürt anlasın ki, tâbi tutulduğunu ileri sürdüğü ‘ayrımcılık’ Türk milletinin iradesi değildir. Alevi bilsin ki Madımak’ı yakanlar Sünni değil, Sünniler bilsin ki Başbağları’ı ateşe verenler Alevi değil…
Bizim buna uyanmamız lazım artık!
Başbakan, acilen en yakınındaki daireden başlayarak, bu zındıka komitesinin nerelere kadar hulul ettiğini görsün.
Önceki yazımda da ifade ettiğim gibi başbakan hemen ve acilen güvendiği sağlam birkaç tarihçi danışmasından Yavuz Sultan Selim’in doğu seferinin icapları ve neticelerini anlatan bir rapor istesin.
İşte gördünüz bir eşkıya çıkıp rahatlıkla Türk devletini tehdit edebiliyor. Başbakan ya böyle meydan okumayacaktı ya da bu sözün arkasında durarak teröristlerden önce içimizdeki zındıka komitesinin üyelerini ve azaların belirleyip cezalandırmalı.
O zındıka komitesi açığa çıkarılmadıkça masum Kürtler dahi caniler gibi itham altında kalacak ve Türkler, kendi tebaasına zulmeden bir millet olmaktan kurutulamayacak!

BEDÎÜZZAMÂN VE ZINDIKA KOMİTESİ

ZINDIKLAR VE KÜFR-Ü MUTLAK. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE ZINDIKANIN ZULMÜ. ZINDIKA VE LÂDİNÎ YAPI. ZINDIKANIN İMHA PLANLARI. ZINDIKANIN BEDİÜZZAMAN VE TALEBELERİNE YAPTIĞI ZULÜMLER

Bediüzzaman ve zındıka komitesi
Zındık, lûgatta; “inkârcı, dinsiz, ateist” demektir.1 Zındıka komitesi de; dinsizliği, inkârcılığı insanlar arasında yaymayı gaye edinen ve zındıklardan oluşan gizli bir örgüttür. Bu örgütün üyeleri sûret-i haktan görünerek, kendilerini en halis, ülkenin ve insanlarının hayrı için çalışan seçkin kişiler olarak gösterirler. “Halka rağmen halk için” anlayışıyla hareket ederek inkârcı, yıkıcı, bozguncu fikirlerini eylemeye dönüştürürler.
Zındıka Komitesi yıkıcı, tahrip edici bir cereyandır. Değişik isimlerle faaliyetlerini yapar. Bazen bir kişi, bazen bir grup halinde tezahür eder. Nifakla iş görür. Sûret-i haktan görünüp bir şeytan gibi toplum nezdinde etkili toplumsal gruplara, devletin bürokrasisine, hatta üst seviyedeki idarecilere nüfuz ederek onları kendi emellerine hizmet ettirir.
ZINDIKLAR VE KÜFR-Ü MUTLAK
Zındıka Komitesinin şuurlu üyeleri küfr-i mutlak içindedirler. Mutlak küfür içine düşen bir kişi, dinsizliğin, inkârcılığın en iyi yol olduğuna inanır. İnancını asla sorgulamaz. Meşkuk, yani şüpheli küfür ise, mutlak küfre göre daha ehvendir. Bu durumda olan kişi, “Ya Ahiret varsa, ya Cehennem gerçekten mevcutsa benim hâlim nasıl olacak?” diye küfrünü sorgular. Bedüzzaman bir mektupta, Risale-i Nur’un ellerine geçmesi halinde küfr-i mutlaka düşenleri meşkuk bir küfre çevirebileceğinden söz eder.2

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE ZINDIKANIN ZULMÜ

Zındıka Komitesinin Türkiye içindeki uzantısı çok dehşetli tahribatlar ve zulümler irtikap etmiştir. Osmanlı devletinin yıkılışında derin etkisi olmuştur. Çöküşün hızlandığı dönem olan Meşrutiyetten Cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan süreçte, Müslüman Osmanlı toplumunun İslâmî dayanaklarını çökertip yerine dinsizliği ve inkârcılığı yerleştirmek için çok sayıda suikastlar, faili meçhul cinayetler irtikap etmiştir. Planını deşifre eden, tesir altına alamadığı kişilileri suikastla yok etmek bu örgütün kullandığı hainane bir usuldür.

Meşrutiyet döneminde Üstad Bediüzzaman’ın iman ve Kur’ân hizmetinin, emellerini gerçekleştirmede engel olduğunu gören komite, onun vücudunu yok etmeyi planlamıştır.
Üstad Bediüzzaman, Lahikaya aldığı bir mektupta bu durumu şöyle ifade eder:
“Otuz sene evvel Darü’l-Hikmet a’zası iken, bir gün arkadaşımızdan ve Darü’l-Hikmet a’zasından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:
‘Kat’i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız’ diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.’
Ben de ‘Tevekkeltü alallah, ecel birdir, tegayyür etmez’ dedim.”3
Cenab-ı Hak, Bediüzzaman’ı o komitenin şerrinden korumuştur.
ZINDIKA VE LÂDİNÎ YAPI
Cumhuriyetin kurulmasından sonraki süreçte, din ve maneviyattan soyutlanmış bir yapının ülkede zoraki tesisinde Zındıka Komitesinin büyük bir rolü olduğu bir gerçektir. O zamanlarda onun bir elemanı olan Mısır Hahambaşısı Haim Naum’un Türkiye’ye gelerek yetkililerle görüşmesi ve onlara akıl hocalığı yaparak “Lâdinî” bir yapının ülkede tesis edilmesinde mühim bir rol oynadığı bilinmektedir.4


ZINDIKANIN İMHA PLANLARI

Zındıka komitesi, acımasız ve merhametsizdir. Emellerini gerçekleştirmek için her yola baş vurur. Yolunda engel olarak gördüğü kişi veya kişileri değişik şekillerle imha etmekten çekinmez. Lozan kararlarına karşı çıkan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Beyin alçakça öldürülmesi, İskilipli Atıf Bey ve benzeri değerli hocaların idam edilmesi, Menemen ve Dersim gibi sayısız cinayet ve katliâmlarda bu menhus örgütün rolu olduğu aşikârdır.
ZINDIKANIN BEDİÜZZAMAN VE TALEBELERİNE YAPTIĞI ZULÜMLER
Tek parti idaresi boyunca lâdinî rejimle uyuşmayan, onun din ve maneviyatı dışlayan uygulamalarını onaylamayan, ancak müsbet hareket ederek onlara ilişmeyen Bediüzzaman ve talebelerine yapılan, tarihte emsali bulunmayan zulüm ve işkencelerin arka planında Zındıka Komitesi olduğu bir vakıadır.
Zındıka Komitesi o zaman ki hükümetleri iğfal ederek devletin mahkemelerini ve güvenlik güçlerini, insanların imanını kurtarmaya çalışan ve asayişin manevî bekçileri olan mazlum Bediüzzaman ve Talebeleri üzerine sevk ederek onları zindan, hapis ve sürgünlerle imha etmeye çalışmıştır. Bediüzzaman bu hususta şöyle der:

“Ehl-i hükümetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükümetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir taun-u beşerî (insanları helâk eden dinsizlik hastalığı) ve maddiyyunluktan (her şeyi maddeden ibaret kabul eden maddecilikten) gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar, şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:

‘Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inayetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silah etmeyiz!’”5
Bediüzzaman, zındıkanın bütün engellemelerine rağmen iman ve Kur’ân hizmetinde muvaffak olarak Kur’ân’ın bu asırdaki manevi tefsiri olan Risale-i Nur’u zor şarlarda telif edip milyonlarca Nur Talebesinin yetiştirmesine vesile olmuştur. Vatan ve milleti zındıka tuzağına düşmekten Allah’ın yardımıyla kurtarmıştır.

ZINDIKANIN BİR BAŞKA İMHA PLANI

O komitenin kullandığı bir diğer taktiği, hapis, sürgün ve zulümle yok edemediği kişileri zehirleyerek ya da aşırı dozajlı ilâç vererek onları manen felç edip rûhî dengelerini bozarak etkisiz hale getirmektir. Bu yolla Üstad Bediüzzaman’ı yirmi küsur defa zehirlemiş, ancak o Allah’ın yardımıyla bundan kurtulmuştur.
ZINDIKANIN KADIN TUZAĞI
Zındıka Komitesinin, hedefine ulaşmak için kurduğu tuzaklardan biri; toplumda açık saçıklığı ve sefahati tervic etmektir. Fertlerin ahlâkî yapısını bozmak için de, kadınlar arasında açık saçıklığı teşvik eder, gayr-ı meşru ilişkileri yaygınlaştırmaya çalışır. Bediüzzaman Gençlik Rehberi’nde zındıkanın bu tuzağına dikkat çeker ve şöyle der:
“Bu zamanda zındıka dalâleti, İslamiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin planıyla Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişletmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalp ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalplerden bir kısmını öldürüyorlar.”6


ZINDIKA KOMİTESİ MUVAFFAK OLAMAMIŞTIR

Zındıka Komitesi, devletin güçlerini iğfal ederek ve imkânlarını kullanarak yaptığı yoğun faaliyetlerinde, Allah’ın izniyle Bediüzzaman ve Nur Talebelerinin ve diğer bir kısım dinî cemaatlerin yaptıkları halisane iman ve Kur’ân hizmetleri sebebiyle muvaffak olamamıştır. O dinsizliği ve inkârcılığı bu millete kabul ettirememiştir.

Dipnotlar:
1- Arapça-Türkçe sözlük, Serdar Mutçalı, Zındık md.
2- Şualar, 13. Şuâ.
3- Emirdağ Lahikası-1 s. 193
4- Emirdağ Lahikası 2, s. 278.
5- Tarihçe-i Hayat, Denizli Hayatı.
6- Gençlik Rehberi, s.24.

YENİ ASYA / İBRAHİM ERSOYLU

ADALETİN ÖNÜNDEKİ MUAMMA PERDESİ KALKTIKÇA...

Ülkemde on yıllardır adalet isteyen bir vatandaşım. İçimizdeki kin ve öfkeyle, birbirimize attığımız nifak tohumlarıyla gerçeğe hizmet etmediğimizi bilecek denli tecrübeliyim öte yandan. Adaleti önce kelimenin tam anlamıyla saf bir niyetle, selim bir kalple talep etmenin şart olduğunu görecek denli de art niyetlilerin, yargısız infazcıların ve kara propagandacıların arasındayım.

Bizi birbirimize düşüren, on yıllarımızı esir alan, durmadan kan döktüren pek çok felaketin asıl yüzünü hiçbir zaman öğrenemedik bu memlekette. Gerçeğin iç yüzüne ulaşmanın yollarını kendi ellerimizle tıkadık bu yüzden en çok. İdeolojik veya ekonomik çıkarlara, cemaat menfaatlerine feda ettik adaleti. İlan ediyoruz.

80 öncesi faili meçhul cinayetler, 1 Mayıs veya Bahçelievler katliamı, Çorum ve Maraş olayları, Özal’ın ölümü, 90’lardaki Güneydoğu cinayetleri, yargısız infazlar, JİTEM operasyonları, Susurluk çetesi, kamu bankalarının içini boşaltıp faizcilikle sermayelerine sermaye katan kriz zenginleri, 

28 Şubat’ın gerçek failleri, Muhsin Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümü, Ergenekon’da veya Balyoz’da suçlanan bazı sanıkların masum olduğu iddiası, Hrant Dink cinayetinin bir türlü aydınlatılamayan ve durmadan kafa karıştırılan arka planı, 


Hanefi Avcı veya Nedim Şener’lerin başına gelenler, Rahip cinayetleri, barış müzakereleri sürerken Paris’te katledilen Kürtler, Sabancı cinayeti sanığının akıbeti, vesaire...


Evet, bu listeyi biraz daha uzatsak yazıya yer bulunmaz gazete sayfasında. Hiçbir şeyin iç yüzünü tam bilemeyişimiz toplumsal hayatımızda güvensizlik ve belirsizlik yaratıyor olmalıydı. Ferdi bağlamda yaratıyor olsa da bunun toplumsal yansımalarını pek göremiyoruz. Çünkü bu ülkede büyük bir çoğunluk kendini ait gördüğü cemaatin gerçeğine sözcü ilan etmiş durumda.

O yüzden haklı olmanın hudutlarını, edebini, direnişin ahlakını vesaire her daim hatırlamak ve hatırlatmak zorundayız bu ülkede. Eğer samimi bir niyetle adalet istiyorsak. Herkes için. Hiçbir ayrım gözetmeden... Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları sırasında kasten olduğu ortaya çıkan bazı yanlışlıklardan ve bunca yaşanan mağduriyetten sonra:

 Örneğin bir evde ele geçirilen kör gözüm parmağına bombaları, Kanada’dan tanıklık eden ve sonra sırra kadem basan tuhaf bir adamın sözlerini, odasındaki yerin altına sakladığı iddia edilen savcının yine kör gözüm parmağına bulunuveren suç delillerini vesaire düşündükçe...


 Bir kez daha... Diğer muamma olaylar gibi, bunlardan da emin olamıyor pek çoğumuz.


Hrant arkadaşımızın hunharca katli bizim için Ergenekon’un en somut deliliydi. Sadece bu cinayet her şeyiyle aydınlatılsa, çok önemli bir çomak sokulmuş olacaktı bu sinsi nifak tohumcularına. Belgeler sahte olsa bile yaşananlar gerçekti. Ama MİT krizi patlak verdiğinde dahi pek çoğumuz durumu kavrayamadık. (Hüsn-ü niyetini koruyanlardan biriydim bendeniz de.) Ergenekon içinde de Ergenekon varmış. Hesap içinde hesap.

Özellikle dershane krizi döneminde maruz kaldığım ve bir yıldır hiç kesilmeden devam eden saldırı hakaret iftiralar ile örneğin bir kuvvet komutanı olacak şahsa yapılan tehdit şantajlar arasında veya en hileli şekillerde yapılan devlet yetkililerini dinlemeler arasında son derece profesyonelce bir bağ kurulmuş olduğunu gördüm. Kendi küçük hayatımızdan en dış halkaya dek toplumsal yönleriyle onlarca yüzlerce şahitlik biriktirdik paralel yapının toplumsal gündelik hayattaki tecellilerine dair. Bizzat dehşet hikayelerini paylaşanlar, ortaya koyanlar cabası. Perdeler giderek kalktı, kalkıyor.

Kendilerini gizlemeyi, hileyle sınav kazanmayı, yalan ve iftirayla ilelebet haklı olacağını sanmayı, bu uğurda nefret yaymayı dahi meşru gören kafa karıştırıcılar güvenilir kurumlarda muamma içinde sürdürürken faaliyetlerini... Adaletin içi boşaltılmış anlamını yeniden doldurmak zorundayız.

Şimdi paralel çetecilikle suçlananlar arasında da varsa eğer masum olanlar, masumiyet karinesini gözetmek ve aynı hataların bir daha yaşanmamasını sağlamak adaletin görevi kuşkusuz. Ama karşısındakine durmaksızın iftira atmak, lanet okumak, kendisine masumiyet süsü vererek hiçbir şey olmamış gibi bu vukuatlarını meşrulaştırmak için korkunç bir nefret ideolojisi yaymak... Masum bir eylem değildir. En azından vicdanlarda.

Buradan hareketle: Özellikle 28 Şubat’ın, Hrant Dink katliamının, Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümünün ve Paris cinayetlerinin mutlaka saf bir adalet talebi güden sorumlular tarafından yeniden, yeniden, yeniden ele alınması ‘herkes için adalet’e bizi götürecek en acil çözümdür.

 YENİŞAFAK / Leyla İpekçi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder