16 Aralık 2014 Salı

SABETAYİSTLERİN ÜÇ ZÜMRESİ; YAKUBİ, KARAKAŞİ VE KAPANİLER



Birinci Zümre (Yakubiler)

Sabatay’ın kaynı Abdullah Yakup’a, yani Josef Kerido’ya bağlanan ve Mustafa Çelebi’nin yaptığı bölünmeden sonra, onunla ayrıimayıp Yakup’a bağlı kalan kırk üç ailelik zümreye “Yakubiler” adı verildiğini yukarıda söylemiştik. Sonraları bir aralık belediye reisliğinde bulunan Hamdi Bey isimli birinin adına nispetle, bu zümreye Hamdi Beyler takımı unvanı da verilmiştir.
Yakubiler, “gözle görünen ibadet ve âdet” hususunda Müslüman ananelerine daha çok riayet ederlerdi ve asıl farkları bu noktada idi.

Yakup, kendine mensup cemaati, zenginler ve zayıflar diye iki gruba bölmüş ve bu suretle toplumsal eşitsizlik üzerine dayanan bir teşkilat meydana getirmiştir.

Bu zümrenin fertleri, asırlarca kendi âleminde, gayet muhafazakâr bir hayat geçirmiş, ticarete meyil göstermemiştir. Yalnız içlerinden bir kısmı, memurluğa girmişler ve memur olanlar arasında, sonraları tersane emini, sürre emini, saray ve şehir kethüdası gibi oldukça yüksek mevkilere çıkanlar da bulunmuştur.

Yakubiler, yani Hamdi Bey takımı, kıyafetçe de hususiyet taşıyorlardı. Mesela bütün erkekler saçlarını ustura ile tıraş ettirirlerdi, ökçeli ayakkabı giymek yasaktı. Hatta kabilenin reisi, kendini ziyarete gelen mensuplarının ayakkabılarını muayene eder ve içlerinde biraz ökçesi bulunanları balta ile kırarmış.

Bunların garip kıyafetleri, hususi âdetleri ve gizli ayinleri halk arasında ara sıra dikkat çeker ve dedikodu uyandırırdı.

Bu kabilenin, izdivaç ile erişilen Sabatayistlik sırrına çok riayetkâr olduğu, Vatan’m yazı dizisinin şu satırlarından da hissediliyor:

“Zaten kabilenin gizli hayatı, izdivaç edenlere mahsus bir nevi masonluk esrarı mahiyetinde idi. Çocukların terbiyesine hiçbir tesiri yoktu. Tamamıyla Türk, Müslüman terbiyesi görerek büyüyen bir çocuk, etrafında bir esrar perdesi görüp veya mektepteki arkadaşlarından bir şeyler işitip evinde sualler sormaya başladığı zaman, kati surette olumsuz cevap alırdı. ‘Sizin bir reisiniz varmış, gizli âdetleriniz varmış.’ gibi sözler söyleyen bir çocuk, azarlanır, ‘Reis ne demektir? Reis denince mahkeme reisi, belediye reisi anlaşılır. Onlardan başka reis diye bir şey bilmiyoruz. Gizli âdet filan da yoktur.’ tarzında cevaplara maruz kalırdı. İzdivaç eden adam, gizli tarikatın esrarını öğrenir; kabilenin uzvu hâline girerdi. Bu suretle, ayrılık gayrdık hissi, sonradan elde edilmiş geçici bir mahiyette kalırdı.”

Vatan’ın bu yazılarında, izdivaçtan sonra öğrenilen gizli tarikatın esrarı acaba ne idi? Bunun, yukarıda bayramlar vesilesiyle bahsi geçen “kuzu ziyafeti” ve “Dört Gönül Bayramı” meselesiyle alakası olduğu tahmin edilebilir.

17 SORUDA SABETAYCILIK : İnsanlar kimliklerini, kökenlerini, dini inanç ve geleneklerini niye gizleme ihtiyacı hisseder? Tarihte yaşanmış birtakım trajik olayları dikkate aldığınızda azınlıkların kimliklerini gizleme refleksini daha iyi anlıyoruz. Çift kimliklilik.



Görüntüde Türk ve Müslüman ama gerçekte başka bir ırktan ve Yahudiliğin bir mezhebine mensup kişiler. olayın siyasal bir boyutu hemen dikkatimizi çekiveriyor. Öyle ya, ülkenin ekonomi, bürokrasi ve siyasi hayatında etkin olan bu cemaat niye bilinmiyor? Etkinliklerini bilenler niçin onları tanımak için uğraş vermiyorlar?

1. Sabataycılık nedir ?
2. Sabataycılar kimlerdir ? 
3. Sabataycıların iki dinli ve iki kimlikli olduklarına dair ne gibi somut deliller vardır ? 
4. Sabataycılar müslümanlardan kız alıp verirler mi ? 
5. Sabataycılar iddia edildiği gibi çok mu güçlüdür ?
6. Sabataycılık gizli ve esrarlı mıdır ? 
7. Sabataycıların Yunanistan'dan Türkiye'ye gelmek istemedikleri doğru mudur ?
8.Bütün Sabataycılara aynı gözle bakmak doğru mudur ?
9.Militan Sabataycılar İslam'a ve Müslümanlara doğrudan doğruya mı saldırırlar ?
10. Sabataycılarla ilgili yayınlarınız dolayısıyla Anti semitizm yapmış olmuyor musunuz ?
11. Sabataycılar konusunda engizisyon usullerine başvurduğunuz da iddia ediliyor, buna ne diyorsunuz ?
12. Sabataycıların siyasi ağırlığı ne kadardır ?
13. Türkiye Yahudileri ve İsrail makamları, Sabataycıları Yahudi olarak kabul ediyorlar mı ?
14. Sabatay Sevi'nin tarihimizdeki önemi nedir ?
15. Sabataycılardan ne istiyorsunuz ?
16. Sabataycıların güçlü ve tesirli olmaya hakları yok mudur ?
17. Bazı Sabataycılar masumane pozlara bürünerek '' Bizim Sabataycı olduğumuzdan bile haberimizi yoktu, bütün bunları sizden yeni öğreniyoruz . Diyenlere !

1. Sabataycılık nedir ?

Sabataycılık gizli ve esrarh bir dindir. 1626'da İzmir'de doğmuş, 1676'da Osmanlı devletinin Adriyatik sahillerinde küçük bir şehri olan Ülgün'de sürgünde vefat etmiş, hahamlık tahsili yapmış, sonra Yahudilerin beklediği vaad edilmiş mesih olduğunu iddia etmiş, Padişah'm huzuruna çağrılıp sorguya çekilince yalancıktan Müslüman olmuş, kendisine iman eden Yahudilerin de aynı şekilde hareket etmelerini istemiş olan Sabatay Sevi'nin dinidir.

2. Sabataycılar kimlerdir ?

Sabataycılara Dönme, Selânik Dönmesi, Avdeti isimleride verilir. İki kimlikli, iki dinli vatandaşlarımızdır. Zâhiren Türk ve Müslüman görünürler, asıl gerçek kimlikleri ise, Sabatay Sevi'nin izinde Yahudilik ve Museviliktir. Türkiye Yahudi cemaati ileri gelenlerinden Bay Harry Ojalvo'nun Aksiyon dergisinde yayınlanan bir röportajdaki iddiasına göre ülkemizde bir buçuk milyon Yahudi kökenli Türk bulunmaktadır. Bu rakam abartılı olabilir. Sabataycıların sayısını bildiren hiçbir istatistik ve çalışma yoktur.

3. Sabataycıların iki dinli ve iki kimlikli olduklarına dair ne gibi somut deliller vardır ?


İstanbul'da gizli sinagogları bulunmaktadır. Bunlardan biri Etilende bir binanın altında olup son 30 Eylül'de burada toplanan Dönmeler, Yahudi dinî yılbaşısmt kutlamışlardır.Tören, âyin, ibâdet sabah saat yedi buçukta başlamış, öğleden sonra üçe kadar sürmüştür. Hazan adı verilen Sabataycı hahamlar İbranice ve Ladino (Yahudi İspanyolcası) diliyle dualar ve ilahiler okumuşlardır. İstanbul'da Sabataycıların kendilerine mahsus mezarlıkları bulunmaktadır. Üsküdar'da Bülbülderesi semtindeki mezarlık Dönme mezarlığıdır. Ancak son yıllarda Zincirlikuyu kabristanına da ölülerini gömmeye başlamışlardır. Bazı Sabataycıların resmî Türk ve Müslüman isimlerinin yanında gizli Yahudi isimleri de bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerine kaçan bir Dönme iş adamı orada beyanat vererek, Sabataycı-Yahudi oldukları için kendilerine baskı yapıldığını söylemiştir.

4. Sabataycılar müslümanlardan kız alıp verirler mi ?

Böyle bir şey onların dininde büyük bir günahtır. Genellikle almazlar. Son yıllarda, kendilerine benzettikleri Türklerle evlenen Sabataycılar görülmektedir.

5. Sabataycılar iddia edildiği gibi çok mu güçlüdür ?

SABETAY ZVİ(SEVİ) VE SABETAYİZM




Sabetayistler topluluğun önderi olacak Sabetay Zvi,(Sevi) İspanyol kökenli tüccar bir ailenin oğlu olarak 1626 yılında İzmir'de, Osmanlı topraklarında doğdu.Kendi risalesinde doğum tarihi 5386 yılı Ab ayının 9'u (İbrani takvimi) Şabbat günü olarak yazılıdır, miladi takvime göre bu tarih 1 Ağustos 1626'ya denk düşer.Bu tarih, yani ibrani takvimine göre 9 Ağustos mabedin 1. (M.Ö 586 Babilliler tarafından) ve 2. yıkılışı (M.S 70 Romalılar tarafından) olarak anılan tarihle aynıdır. Yahudilerin arasında ki söylenceye göre gelecek olan Mesih de Ağustos ayının 9.uncu günü doğacaktır.


Sabetay (Zvi)Sevi küçük yaşından itibaren eğilimleri doğrultusunda hahamlık eğitimi gördü. Rabbi İsaac di Alba'dan Kabballah'ı aldı.Yahudilerin Kutsal topraklarına yaptığı yolculuk sırasında ise, Kudüs'te İsaac Luria ve Hayim Vital'in öğrencileri olan Jakob ben Semah, Abraham Amigo ve Jakob Hadjes'le birlikte oldu ve Lurianik Kabballah'ı öğrendi.

Luria ile Sabetay Sevi arasında ki fark, Luria ölmeden önce mesih olduğunu ima etmişken, Sabetay Sevi en başından beri mesih olduğunu ilan ediyordu. Sevi'nin kendisini mesih ilan etmesi ortodoks Yahudilerce kabul edilemez olduğu muhakkaktı ve kısa sürede cemaatler, (Zvi)Sevi'yi mesih kabul edenler ve ona karşı olanlar olmak üzere, ikiye ayrıldı. İzmir ve İstanbul cemaatlerinin ona karşı çıkmasına rağmen Zvi'nin hareketi beklenmedik bir hızla yayılmaya başladı, o kadar ki Amsterdam'dan Hamburg'a, Lugano'dan Kudüs'e Yahudiler gruplar halinde Osmanlı topraklarına gelmeye başladılar.

Kısaca bahsetmek gerekirse 16.yy. Musevi dünyasında beklenen mesih olduğunu iddia ederek, çevresine topladığı müritlerini kutsal topraklara götürerek orada bir Yahudi devleti kuracağını söyleyen Sabbetay Zvi, artan gücü nedeniyle Ortodoks Musevi din adamlarınca tehlikeli görülerek Osmanlı sultanına şikayet edilmiştir.Sultan karşısında kendisine yapılan telkinlerle müslümanlığı seçen [Geleneğe göre ise Mesih'in dinden döneceği hatta İslamiyet'i kabul edeceği ve herkesin onu inkar edeceği beklendiğinden, özellikle müslümanlığı seçen ve Mehmet Aziz ismini alan] Sabetay'la birlikte 200 ailelik bir grupta toplu olarak dinden dönmüştür. Ve tarihe ``dönmeler`` olarak geçmişlerdir. Daha sonradan Müslümanlığı kalben değil ancak görünüşte kabul ettiği anlaşılan Sabetay Sevi, Arnavutluğa sürülür ve orada ölür,ölümünün ardından binlerce inananı dünyanın dört bir yanına dağılır. Cemaatin çoğu Selanik'e yerleşerek türk isimleri alır, dışta müslüman içte ise Yahudi adetlerini sürdürmek suretiyle burada 20.yy. başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olarak yaşamışlardır. Sevi'nin ölümünün ardından içteki ve dıştaki uygulamalar konusunda ayrılığa düşen Sabetayistler, Kapancılar ve Yakubiler olmak üzere ikiye bölünürler. Daha sonra Kapancıların içinden Baruh Russo (Osman Baba) adlı bir kişinin Zvi'nin ruhunu taşıdığına inandıkları için anlaşmazlık yaşayan bir grup daha ayrılır, bunlar da Karakaşlardır. Karakaşlar Sabetayistler içinde geleneklerine en bağlı yaşayan cemaat olarak bilinir.

21. yy'da özellikle 2.Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşının ardından Dönmelerin büyük bir kısmı Selanik'ten olmak üzere, sınırları ve rejimi değişen Türkiye'ye göç etmiştir. Selanik haricinde Üsküp, Kavala, Kırım, Sofya ve Varna şehirlerinden de göç edenler olduğu gibi halen Mekadonya'da bazı köyler de yaşayanlar bulunduğu Sabetayistlerce iddia edilmektedir. Amerika,İsrail,Almanya ve Fransa'da da, Türkiye'den giden Türk isimli Sabetayistler bulunmaktadır.

Adnan Oktar'ın kızlarından Didem Ürer, Sabetayist ÜRER ailesinin bir ferdi mi? Burası bizim içimizde bizden gözüken, yani Müslüman ve Türk gözüken avdetilerin/dönmelerin/sabetayislerin mezarlığı…


Bu resimde gördüğünüz mezar taşları, Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı olarak bilinen Sabetayist hainlerin mezarlığı… 

Bu kabristanda sadece birkaç metrekarelik küçücük alan İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne ait. Diğer mezarların tamamı Sabetayistlerin kontrolünde. Mezarlıklar hiç de İslam-Müslüman mezarlığı gibi değil. Kadın erkek her mevtanın mezar taşlarında resimleri mevcut.

 Kadınların hepsinin başları açık. Mezar taşları Masonik, Kabalist işaret ve sembollerle dolu. Daha önceki pek çok yayınlarımızda konu edip ispat da ettiğimiz gibi burası bizim içimizde bizden gözüken, yani Müslüman ve Türk gözüken avdetilerin/dönmelerin/sabetayislerin mezarlığı…

Ve… Bu mezarlıktaki mezar taşları incelendiğinde meydana çıkan başka bir önemli gerçek var; mevtaların isim ve soy isimlerinde -er, -ar, -men, -man-, -ül, -gen, -gan gibi ekler mana ve ses itibari ile İbranice’ye benzetmek gayreti ile sık olarak kullanılmış. Bu şekilde üretilmiş örneğin gürbüz-er, yaman-er, berk-er, er-berk, ür-er, berk-men, berk-man, berk-soy, ül-man, gür-man, büyük-üstün, büyük-bayrak, büyük-soy, yalçın-dağ, yüce-soy ve benzeri isim ve soy isimleri bir bu hainlerin mezarlığında, bir de vatan haini Adnan Oktar’ın sözde cemaatinde mevcut…

Daha önce genelleme yaparak izah ve ispat ettiğimiz bu konudaki paylaşımlarımızın hiç birine bu güne kadar Adnan Oktar’dan veya etrafındaki Sabetayist ekibinden bir cevap gelmedi. Gelseydi mutlaka yayınlardık. En son olarak, Adnan Oktar’ın gerçek soy ismi olan “Arslanoğulları” nı mahkeme kararı ile değiştirip “Oktar” yaptığı gerçeğini anlatmış ve en yakın mesai arkadaşlarından biri olan Oktar Babuna’nın da Sabetayist hain bir ailenin sözde dönmüş ve sözde ehli sünnet müslümanı olmuş, bunu da medyaya açıklamış bir evladı olduğunu izah etmiştik ve kendisinden organ ticareti yapıp yapmadığı konusunda kamuoyuna açıklama beklemiştik. Bunca soru işaretlerine bir açıklama yapamayacak olduğundan olsa gerek, derhal mahkemelere koşup dava açmayı tercih etmişti.

Şimdi de Didem Ür-ER denilen ve Adnan Oktar’ın her programında, pek fazla kameralara yansımadan konular okuyup yönlendirmeler yapan şahsa hitap edip soruyoruz. Kendisi de davalar açmak yerine mantıklı açıklamalar yaparsa, hiçbir oynama, ekleme ve çıkartma yapmadan sayfa ve bloglarımızda yayınlayacağız. Soruyoruz; Üsküdar’daki bu meşhur Sabetayist mezarlığındaki ÜRER ailesi ile sizin ÜRER ailenizin bir bağı söz konusu mu? Didem Ürer olarak uzun yıllardır Adnan Oktar cemaati içinde mücadele vermenizin ve milyonlarca Müslümanın bütün tepkilerine rağmen İslam dininin en temel hükümlerini bile inkar ederek sözde İslami yayın yapmanızın asıl sebebi, Adnan Oktar cemaatinin çoğunun olduğu gibi sizin de hain bir Sabetayist olmanız mı?

Çok yakın tarihe kadar “Sayın Adnan Oktar’ın anne ve baba tarafından YAHUDİ olduğu iftiralarına cevaplar” başlığı altında yüzlerce sitede ve Masonlar tarafından size kurulan A9 TV’nizde yayınlar yapmanıza rağmen, bizlerin ispatlı araştırmaları neticesinde, Adnan Oktar’ın çıkıp “Evet Yahudiyim. Ben-i İsrail’im” deyip itiraf etmesi gibi komik ve rezil bir hale düşmekten çekinerek, samimi, doğru ifadeler ile başta bizler olmak üzere MİLYONLARCA Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını ikna etmenizi bekliyoruz. “Yok, ben de dava açacağım. Görürsünüz siz!” mi diyorsunuz? Buyrun meydan sizin… Görelim hünerinizi…

Geri sayım bitmek üzere…

 Mehmet Fahri Sertkaya


15 Aralık 2014 Pazartesi

SABETAYCILARIN TARİKATLARA SIZMA VE BOZMA FAALİYETLERİ


SABSabetay Sevi, kısa bir süre sonra karısı Sarah’ın ölümünün ardından,Selanikli Yoheved adlı bir yahudi kadınla evlenir. Bu kadına Müslüman adı olarak Aişe adı verilir. Kayınpederi Yossef Pilosof, Abdülgafur adını, kayınbirâderi Yossef Kerido da Abdullah Yakup adını alır. Sabetay’ın ölümünden sonra onun mesihliğine inanan ve onun yolunda giderek zahiren müslüman olan ma’minler daha çok Selânik’te toplanırlar. Ancak onların önemli bir bölümü İzmir, Manisa ve Aydın civarına yerleşir.
Önceleri, kayınbiraderi Yakub’un liderliği yürütmeye çalıştığı cemaatte anlaşmazlıklar, bölünmeler husule gelir. Sabetay’ın Berat’ta ölümü üzerine Kayınpederi Abdülgafur oğulları ile Selanik’e gelir. Cemaatin ileri gelenlerinin bir bölümü Yakup Kerido’nun cemaatin başına geçmesini ister. Ve bu doğrultuda Cemaatin idaresini eline alır. Ancak koyduğu bazı yeni kurallar, bir kısım cemaat üyelerini rahasız eder. Özellikle, zahirde müslüman gözükmek için Hacc dâhil her türlü dini vecibenin yerine getirilmesi gerektiğini savunur. Buna Sofyalı Mustafa Çelebi’nin başını çektiği bir grup karşı çıkar. Bunlar Sabetay’ın öğretilerinde değişikliğin olamayacağını ileri sürerler. Yaklaşık 200 Sabetaycı ailenin önemli bir bölümü Mustafa Çelebî’nin saflarında yer alır. 1690 yılında Selanik’te Yakub’un evinde yapılan toplantı sırasında oluşan bir anlaşmazlık üzerine, Mustafa Çelebî’nin ayağa kalkarak “ Beni seven arkamdan gelsin” demesinin ardından bu bölünme fiilen gerçekleşir. 43 Aile Yakub’a sadık kalır. Bunlara artık Yakubîler adı verilecekti. Diğerleri ayrılır.


Yakup Kerido yeni koyduğu prensipleri sıkı sıkıya uygulamak için Mustafa adlı bir bağlısıyla beraber Hacc’a bile gider Hacc yolculuğu esnasında Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir mevkide azgın bir devenin saldırısına uğrar. Bu devenin ayakları altında can verir. Kendisi Hicaz’da terk-i hayat eder ancak, arkadaşı Mustafa Hacı olarak Selanik’e döner. Yerine, nesli olmadığı için Hacc arkadaşı Hacı Mustafa bu grubun başına geçirilir.

Yakub Kerido’ya karşı gelerek cemaati bölen Sofyalı Mustafa Çelebî, Karakaşlar olarak adlandırılacak olan grubu kurmuş olur. Yakub’un grubundan ayrıldıktan 12 yıl sonra, 1702 yılında yeni reenkarnasyonu (reincarnation) içeren mistik yorumlara girişir. Mustafa Çelebi bu tarihte, Sabetay Sevi’nin ruhunun kendi taraftarlarından Abdurrahman adlı bir Sabetaycı’nın oğlu Osman’da tekrar tecessüm ettiğini iddia eder. Sözde Sabetay’ın ruhu bu çocuğa geçmişti. Bu şekilde Mustafa Çelebî, Osman’ı Sabetay’ın halefi olarak ilan eder. Sonra da 1716 yılında o sırada 40 yaşında olan Osman’ı Mesih olarak ilan eder. Bu durum Karakaş cemaati içinde tartışmalara neden olur. Cemaat içinden İbrahim Ağa adlı biri buna karşı çıkarak, Osman Ağa’nın Sabetay’ın temsilcisi olabileceğini, ancak Mesih olamayacağını söyler. Cemaat içinde ayrılıklar büyür. Ancak on yıl sonra 1726’da Osman Ağa ölür. Yerine oğlu Abdurrahman geçer. Ancak İbrahim Ağa bu gruptan kendi taraftarlarıyla birlikte tümden koparak,Kapancılar olarak nitelendirecek olan grubu kurar. İbrahim Ağa, Sabetay’ın öğretilerinin Sabetay’ın hayatta olduğu dönemlerdeki şekliyle korunmasını öngören fikirler ileri sürüp, bu yönde kurallar vaz’eder.


İslam'ın hak tarikatlarına sızma ve bozma faaliyetleri başlıyor

Uzun süre, Müslümanlarla ihtilat etmeden, gerek Selanik’te gerekse İzmir ve Manisa çevresinde daha çok izole bir hayat sürerler. Her ne kadar Yakubiler, müslümanlarla ihtilatı bir şekilde ön görse de bu pek fazla gerçekleşmez. Sabetaycılar, 18. yüzyılda gerek ticari, gerekse siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremezler. Yalnız Selanik ve İzmir limanlarında ticaret dolayısıyla, yabancı tüccarlarla zaman zaman irtibata geçerler.


13 Aralık 2014 Cumartesi

İSRAEL : Hz. Yusuf’un ölümünden sonra Yahuda, şeytani güçle, kısa zamanda Beniİsrail’in kaderini ve liderliğini ele geçirir. Yusufi değil de Yahudi olarak anılmaları işte bu sebeptendir.




“Kabala, Yahudilerin kanına girmiş bir zehirdir, bundan kurtulmaları mümkün değil. Yahudi yazar Theodore Rina

Hz. Yusuf, Mısır’da makam sahibi olup, çocukken kendisini kıskançlık sebebiyle kuyuya atan abisi Yahuda ve diğer kardeşlerini Mısır’a çağırdığında, onların burada kadim Mısır büyülerini öğrenip, Şeytan’la anlaşma yapacaklarını elbette bilemezdi.


Öyle ki, Hz. Yusuf’un ölümünden sonra Yahuda, şeytani güçle, kısa zamanda Beniİsrail’in kaderini ve liderliğini ele geçirir.

Yusufi değil de Yahudi olarak anılmaları işte bu sebeptendir.






Yahuda öldüğünde ise soyu firavunların zulmüne uğrar, Allah, Hz. Musa’yı kendilerine kurtarıcı olarak seçer.

Bu dönem, Hz. Musa, hem firavunun Yahudilere olan zulmüne son verip Hak’ka iman etmesi, hem de kavmini birtakım sapkın alışkanlıklardan vazgeçirmesi için çabalamıştır.


Bir dağın, şahit olduğunda yerle bir olmasını sağlayacak denli büyük mucizeler gören bu kavim, Hz. Musa’nın, yanlarından bir süre ayrılışında, bu alışkanlıklarına tekrar döner, Kabala’ya olan bağlılıklarını gösterirler.

“Hani Musa ile kırk geceliğine sözleşmiştik de siz onun arkasından buzağıyı ilâh edinerek zalimlerden olmuştunuz.” (Bakara/51)

Yine Taha Suresi’nde anlatıldığı üzere bu buzağı normal bir buzağı değil, böğüren altın bir buzağıdır, aralarındaki Samiri isimli Kabalist tarafından ateşte harlanan süs eşyaları ile yapılmıştır.

Bu buzağı, kavmin Mısır’dayken tapmakta olduğu Moloch’tan başkası değildir!

Yahudiler, o bölgede bir süre sonra, Tevrat’ta anlatıldığı üzere kendilerine bir kral istediklerinde, Hz. Samuel başlarına Talut’u (Saul) başa geçirir. Hz. Davut bu dönem Saul’un yardımcısıdır. Söylenir ki, Saul zamanla güç sarhoşu olur, Allah’ın takdir ve takdisini kaybeder. Filistinlilerle yapılan bir savaşta ölür ve yerine Hz. Davut geçer. Sonra da o tahta Hz. Süleyman geçecektir.
Yahudiler, ne Hz. Davut’u ne de Hz. Süleyman’ı peygamber olarak görür. Fakat Hz. Süleyman’a verilen ilme olan hayranlıklarını hiçbir türlü gizleyemezler.

Hz. Süleyman dönemine baktığımızda, Yahudiler tarafından ne denli istismar edilmeye müsait bir dönem olduğunu anlayabiliriz.
“Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, zincirlere bağlı olarak, diğerlerini de, O’nun (Süleyman) emrine verdik.”(Sad, 37-38)

Allah tarafından Hz. Süleyman’a öğretilen 6 köşeli yıldız, cinleri komuta ve kontrol eden bir tür tılsımdır, fakat sonraları Kabalist Yahudiler bu tılsımı cinleri çağırma ve onlarla iletişime geçme adına kullandılar. Cinler, yaptıkları sarayda, kendi üsul ve yöntemlerini kullandılar, mimaride de Yahudilere ilham kaynağı oldular. Öyle ki Eski Mısır’dan bu yana zaten Kabala ile haşır neşir olan bu kavimden bir taife, bu şeytani ilimde uzmanlaştıkça uzmanlaşır. Büyü yöntemlerini kitaplaştırırlar. Hz.Süleyman tüm bu büyü kitaplarını toplatıp yaktıysa da pekçok yöntemi çoktan öğrenmişlerdir.

Hz. Süleyman’ın büyü kitaplarını toplatması üzerine nefretlerini azdırıp O’nun hakkında Moloch(Moleke) yani şeytana taptığı iftirasını atarlar:
“Süleyman yaşlandıkça, karıları O’nu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini, Tanrısı olan Rabbe adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalıların tanrıçası Aştorete ve Ammonluların iğrenç ilahı Moleke taptı.” (Eski Ahit, Krallar Bölümü 11/4-5)

İşte bu noktada Allah’ın, peygamberini savunan ayeti, iftiracılara sert bir cevap niteliğindedir:


“Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Hârût ve Mârût adlı iki melek/iki melik üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, “Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi!” (Bakara/102)
Ayetten çıkarılacak başka bir anlam da Babil’de öğretilen bu ilmi, iletişime geçtikleri şeytanlar aracılığıyla Yahudilerin çoktan öğrenmiş olduklarıdır.