8 Haziran 2015 Pazartesi

SABETAYİZM VE TÜRKİYE DÖNMELERİ SABETAYCILIĞIN DOĞUŞU AVRUPA YAHUDİLERİ ARASINDA KABALA FELSEFESİNDEN BESLENEN MİSTİK KURTULUŞ UMUDU VEREN AHTE MESİH :



Sabetay Sevi kendisini Yahudileri kurtarmaya gelen Tanrının oğlu olarak tanıtıyordu. Tüm dünya Yahudilerinin yüzyıllardır beklediği büyük kurtarıcı olduğunu iddia etti .Kalabalık bir taraftar kitlesi topladı. Sevinin vaadi, Avrupa Yahudilerini çektikleri sıkıntılardan kurtarmak, Kutsal Topraklarda bir Yahudi devleti ve Yahudi egemenliğinde bir dünya kurmaktı.



Sabetaycılık kavramı ve bununla eş anlamlı olarak kullanılan Dönmelik ifadesi, 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ortaya çıkmıştır. O dönemden bu yana, Sabetaycılar ya da Dönmeler deyimleri, belirli bir insan grubunu tanımlamak için kullanılmış ve tartışıldığı her dönemde bu grup hakkında üretilen çeşitli dedikodular ve komplo teorileri sonucunda şu soru akla gelmiştir: Sabetaycılar söylendiği gibi büyük güçlere ve Müslümanlara karşı karanlık planlara sahip midirler? Bu noktada Sabetaycılığın tarih içindeki gelişimini incelemekte yarar vardır.

Sabetaycılığın Doğuşu

Tarihteki sahte Mesihlerin en ünlüsü olan ve Elisabetta ismini veren Sabetay Sevi, 1626 yılında İzmir'de doğmuş, çocukluk ve gençlik yıllarını bu şehirde geçirmiştir. İzmir'in tanınmış hahamlarından İsak dAlbadan Tevrat, Talmud ve Kabala eğitimi alan Sevi, Rabbi Josef Eskapadan ise mistisizmi öğrenmiştir.
(Abraham Galante, Nouveaux Documents sur Sabbatai Sevi, İstanbul, 1935, s. 17; Josef Kastein, Sabbatai Zewi der Messias von İzmir, Berlin, 1930, s. 21-22.) 

Genç yaşta Kabalaya büyük ilgi duyan Sabetay Sevi, böylece Kabalist olmaya, Kabalaya uygun bir yaşam sürmeye karar vermiştir. Daha 15 yaşında geniş bir Kabala bilgisine sahip olan Seviye göre bir gerçek vardı: O da Kabalanın dünyasıydı.

(Abdurrahman Küçük, Dönmeler (Sabatayistler) Tarihi, Andaç Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2003, s. 217.) 

Bu nedenle kendine rehber ve yol gösterici olarak Kabalayı edinmişti. 22 yaşına geldiğinde, Sabetay Sevi Mesihliğini ilan etti ve çok sayıda insanı kendi sapkın fikirlerine ortak etmeyi başardı.

Çevresinde toplananların sayısı günden güne artıyordu. Bu gelişmelerden en çok rahatsız olanların başındaysa, önde gelen Yahudi din adamları geliyordu. Hahamlar onu lanetleyip aforoz ettiler. Kendisine karşı oluşan büyük tepki nedeniyle Sevi, İzmir'den ayrılmak zorunda kaldı ve faaliyetlerine İstanbul, Selanik, Atina, Kahire ve Kudüs'te devam etti.

Sabetay Sevi kendisini Yahudileri kurtarmaya gelen Tanrının oğlu olarak tanıtıyordu. Tüm dünya Yahudilerinin yüzyıllardır beklediği büyük kurtarıcı olduğunu iddia etti ve Avrupa'daki Yahudiler de dahil
olmak üzere kalabalık bir taraftar kitlesi topladı. Sevinin vaadi, Avrupa Yahudilerini çektikleri sıkıntılardan kurtarmak, Kutsal Topraklarda bir Yahudi devleti ve Yahudi egemenliğinde bir dünya kurmaktı. Propagandasını da bu vaatler üzerine kurdu. Sabetay Sevinin Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkması, Yahudi cemaatlerinde heyecan ve kaynaşmaya neden oldu. Bu konuyla ilgili Yahudi yazar Moshe Sevilla Sharonun dikkat çektiği nokta oldukça önemlidir:

Avrupa Yahudileri arasında Kabala felsefesinden beslenen mistik kurtuluş umudu, İsrail tarihinde sahte mesih kavramının doğmasına yol açtı. Sahte Mesihler, bu mistik felsefenin verdiği coşkuyla mesih olduklarına ve Tanrı tarafından İsrail'i sürgünden kurtarmaya memur edildiklerine inanan ya da çeşitli eylemlerinden dolayı toplumun Mesih olduklarına inandığı kişilerdi.Moshe Sevilla Sharonun bu ifadeleri, Kabalanın rolüne dikkat çekmesi açısından ayrıca önemlidir.
(Moshe Sevilla Sharon, Türkiye Yahudileri, İletişim Yayınları, 1992, s. 68.)(Moshe Sevilla Sharon, Türkiye Yahudileri, İletişim Yayınları, 1992, s. 68.)


Sabetay Sevinin Din Ahlakından Uzak Hayatı

Sabetay Sevinin üzerinde durulması gereken bir yönü, öne sürdüğü günahın kutsallığı teorisidir. Sevi, kendisini Mesih olarak ilan ettikten sonra Yahudi dininin günah saydığı eylemleri birbiri ardına işlemeye başlamıştır. Yahudi inançlarına göre söylenmesi yasak olan Allah'ın ismini (YHWH) ısrarla söylemiş (Abraham Galante, Les Juifes dİzmir, İstanbul, 1937, s. 238.), 

Şabat gününe uymamış, yenmesi dinen yasak olan yağları (bu yağlar Kuranda Enam Suresinin 146. ayetinde
bildirilmektedir) yemiştir. Kısacası Musevilikte haram olan eylemleri birer birer serbest bırakmıştır. Encyclopaedia Judaica, sahte Mesih Sevinin bu davranışlarının, kendisinin tüm günahları serbest bırakmaya
yönelik bir misyonu olduğu inancından kaynaklandığını yazmaktadır. Kudüs İbrani Üniversitesinden Gershom G. Scholem ise, Major Trends in Jewish Mysticism (Yahudi Mistisizminde Başlıca Yönelimler) adlı kitabında, Sevinin bu davranışlarının günahın kutsallığı doktrinine dayandığını belirtmektedir.

Sevinin hayatındaki dönüm noktalarından biri, Kudüs'e yaptığı yolculuk sırasında, 1665 yılında, Gazzeli Nathan (Abraham Benjamen Nathan) ile tanışmasıdır. Isaac Lurianın Kabala okuluna bağlı olan Nathan,
Sabetaya bir rüya gördüğünü ve bu rüyada Sabetayın gerçek Mesih olduğunun kendisine haber verildiğini söyler. (İbrahim Alaeddin Gövsa, Sabatay Sevi, Anka Yayınları, İstanbul, 2000, s. 36.) 

Nathan, Sabatay Seviye vereceği desteğe karşılık Mesihin peygamberi ünvanını alır. Gazzeli Nathan bu tarihten sonra kendi sahte peygamberliği ile birlikte Sabetay Sevinin sahte mesihliğinin propagandasını yapmaya başlar. Bu haberler Yahudi dünyasının dört bir yanına dalga dalga yayılır ve oldukça önemli bir etki yaratır.

1666 yılında Anadolu, Avrupa, Orta Doğuda Seviyi İsrail Kralı ve Mesih olarak kabul eden çok sayıda kişinin varlığı söz konusudur. İzmir'e dönen Sevi, Nathanın da desteğiyle, politik gücü ele alacağını ima
eder. Müritleri ise, yakında Sevinin Türk Sultanını savaş yapmadan yeneceğini ve kendine köle edeceğini söylemeye başlarlar.

Osmanlı Yönetiminin Sabetay Seviye Tepkisi

Sabetay ve yandaşlarının aşırı davranışları ve sapkın düşünceleri, doğal olarak Osmanlı otoritelerini harekete geçirmişti. Sabetay Sevi gözaltına alınıp İstanbul'a götürülerek yargılandı. Osmanlı yönetimi kendisine Mesihliğini ispat etmesini yoksa öldürüleceğini belirtti. Bunun üzerine sorgulamasında Mesihlik iddialarını kabul etmeyerek kendisine yöneltilen suçlamaları kesin bir dille reddetti, sıradan bir haham olduğunu iddia etti; hatta kendisine Mesihlik atfeden Yahudileri suçlayarak kendini temize çıkarmaya çalıştı. Bu şekilde beraat edemeyeceğini anlayınca, içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için İslam'ı seçtiğini açıkladı. 16 Eylül 1666'da Müslüman oldu (The Jewish Encyclopedia, XI, s. 224.) ve Sultan IV. Mehmedin huzurunda kelime-i şehadet getirerek, Aziz Mehmet Efendi adını aldı.

Ancak bu göstermelik bir din değiştirmeydi. Ünlü tarihçi Cemal Kutay, Sabetayın çağın önde gelen alimlerinden Vani Mehmet Efendi müstesna olmak üzere herkesi kandırmayı başardığını ifade etmektedir. Vani Mehmet Efendi ise düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:

Bu adamın Müslümanlığı kalbi hisler ve ihlas ile kabul ettiğine kani değilim. Fakat dinimiz, şüpheyi reddeder ve kişinin imanı üzerinde hüküm, ancak Cenab-ı Hakkındır.

Bu itibarla ihlas ile Müslüman olmasını niyazdan başka şey yapamam. Fakat ileride görülecektir ki, bugün adı Mehmet Aziz Efendi olan Sabetay Sevinin etrafında toplananlar, kendi yollarını terk etmeyecekler ve hatta ayrı bir cemaat teşkil edeceklerdir. Aralarında tefrika dahi çıkması muhtemeldir. (Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri, VIII, İstanbul, 1968, s. 174.)

Sabetaycılık konusunda yapılmış tarihi, ilmi, sosyal ve kültürel araştırmalar iki dinli ve iki kimlikli bir cemaat olduklarını ortaya koymaktadır. Bu nedenle her Sabetaycının hem Türkçe hem de İbranice adı bulunmaktaydı. Türkçe adlar toplumsal yaşamda, İbranice adlar ise aile ve cemaat içinde kullanılmaktaydı. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 40)

Müslümanlığın Kabulünden Sonra Sabetaycılık

Sabetay Sevi Müslüman olduktan sonra da Mesihlik iddialarını terk etmez, adamlarına haberler göndererek, kendisinin sadece görünüşte Müslüman olduğunu, gerçekte ise kendi kurduğu Mesihi inancını yaşamaya ve yaymaya devam ettiğini duyurur. Ancak Sabetay Sevinin İslamiyet'e dönüşü bazı taraftarlarını büyük hayal kırıklığına uğratır. Çok sayıda müridi onu terk eder. Kalanlar ise, onun ve Gazzeli Nathanın Kabala ve Yahudi efsanelerine dayanarak yaptığı tevillere inanarak bağlılıklarını sürdürürler; onun Mesih olduğuna gönülden inanarak ardından giderler ve Müslüman olurlar. Ancak bu da, tamamen göstermelik bir din değiştirme olmuştur. Sabetay Sevi ve taraftarları gizli olarak Yahudiliklerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu nedenle de Müslüman halk tarafından Dönmeler olarak isimlendirilmişlerdir.

Sevi, Müslüman olduktan sonra faaliyetlerini gizliden gizliye devam ettirmiştir. Beklenilenin aksine, eskisinden daha da rahat davranmıştır. Takva bir Müslüman gibi görünmeye özen göstererek, Yahudilere İslamiyet'i tebliğ görünümü altında sapkın fikirlerini yaymaya devam etmiştir. Mesihlik iddiasından hiçbir zaman vazgeçmeyen Sabetay Sevi, tüm bunların sonucunda, Türk topraklarında bir nevi dönmelik mezhebi tesis etmiştir.

Bu konuda şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı çalışmanın sahibi Gershom Scholemin belirttiği gibi, ömrünün son 10 yılını Müslüman görünümü altında geçiren Sabetay Sevinin bu iki taraflı tutumu taraftarlarınca
da benimsenmiştir. 18 Emir olarak tanınan prensiplerinin özellikle 16. maddesi, dönmelerin tavırlarının nasıl olması gerektiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir:

16. madde: Türklerin gözlerini örtmek için adetlerine dikkat edilsin. Ramazan orucu ve kurban için sıkıntı gösterilmesin. Zahiri her ibadet uygulansın. (Gershom Scholem, Le Messianisme Juif, Paris, 1970.)

Ne var ki, Sabetay Sevi, çalışmalarının bir kere daha deşifreolmasının ardından Şeyhülislam Vani Efendinin emriyle bir tek Yahudinin bile yaşamadığı Ülgüne (Arnavutlukun deniz kıyısında bulunan bir şehirdir. Sabetaycılar Akkum adıyla da burayı tanımlarlar) sürgüne yollanmış ve 1676'da orada ölmüştür. (Üç Sebataycı Cemaat)

Şalom gazetesinin ifadesiyle, sahte peygamberler fırtınasının en büyüğü (Şalom, 17 Haziran 1990) olan Sabetay Sevinin ölümü beklenilenin aksine Sabetaycılığı ortadan kaldırmamıştır.



Sevinin Ölümünün Ardından Sabetaycılık

Taraftarları Sabetay Sevinin ölümünden sonra Selaniki kendilerine merkez edinmişler, eski yaşantılarını sürdürmüşlerdir. Bu kişilerden bir kısmı Yahudiliğe geri dönse de, diğerleri görünüş itibariyle Müslüman kalarak Sevinin yolundan gitmişlerdir. Bazı Sabetaycıların dualarındaki şu ifadeler, Sabetay Sevinin ölümünün
ardından içinde bulundukları durum hakkında az da olsa fikir vermektedir:

Tam ve kesin inançla, Sabatay Sevinin gerçek Mesih olduğuna inanırım... Tam ve kesin inançla inanırım ki, Sabetay Sevi gerçek Mesihtir ve dünyanın dört bucağına dağılmış olan İsrail evlatlarını bir araya toplayacaktır... Gerçek Mesihi kurtarıcımız Sabatay Seviyi çok geçmeden, günlerimizde gönder bize! Amin! (Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul, 1996, s.443-445)

Ancak bu kişiler de zaman içinde gruplara ayrılarak kendi kurallarını belirlemişlerdir. Her grup içinde uygulanan en belirgin kural ise benzeme-benzet olmuştur.

Şalom gazetesinde belirtildiği gibi, Yeni Müslümanlar (Dönmeler) yüzeysel olarak kendilerinden beklendiği şekilde hareket etmişlerdir. Bu arada da Yahudi yaşantılarını gizlice sürdürmüşlerdir. (Şalom, 15 Ocak 1992.)

Bu grupların ilk lideri ise Sevinin eşinin kardeşi olan Yakov Qeridodur. Sevi yaşarken de Sevi ile cemaat arasındaki bağlantıyı sürdüren Qeridonun liderliğindeki cemaat bir süre sonra anlaşmazlıklardan dolayı, ikiye bölünmüştür. Müslüman adı Abdullah Yakub olduğundan dolayı Yakov Qeridonun cemaatine Yakubiler denmiştir. Ayrılan grup ise Karakaşiler adını almıştır. Ancak zamanla Mustafa Çelebiye bağlı Karakaşiler de parçalanmış ve İbrahim Ağanın etrafında toplanan Kapancı denilen bir grup Sabetaycı daha oluşmuştur. (İbrahim Alaeddin Gövsa, Sabatay Sevi, Anka Yayınları, İstanbul, 2000, s. 79-88.)

Sabetayist Cemaatlerin Dünü ve Bugünü: Yakubiler

Yakubilerde cemaat iki ana zümreden oluşuyordu: Ağniya (zenginler) ve Zuafa (fakirler). Bu iki grubun arasında da genel olarak ilişkiler yok denecek kadar azdı. Genel olarak giyim konusunda da bazı katı
kuralları bulunmaktaydı ve cemaat kuralları gençlere ancak evlendiklerinde verilirdi. Benzeme-benzet prensibini en etkili şekilde uygulayan grup Yakubilerdi.

Eğitim konusuna da oldukça önem verdikleri için daha Selanikteyken özel okullar açtılar. Daha sonra Hamdibeyler ismini alacak olan Selimiye Mektebi bu cemaate aitti.

1924 Mübadelesi sonunda İstanbula geldiklerinde de diğer gruplardan ayrı kalmışlar ve hemen hemen yakın mahallelerde oturmalarına karşılık ayrılığı devam ettirmişlerdir. Mezarlıkları ise Feriköyde kendileri için ayrı olarak satın alınan bir bölümdedir. (Üç Sabetaycı Cemaat)

Karakaşiler

Muhafazakar olmalarıyla bilinen Karakaşiler, zanaatkar, esnaf ve işçilerden oluşuyordu. Genellikle dini yönü kuvvetli olan bilgili aileler bu grupta kalmıştır. Bugün Yakubiler ve Kapaniler gibi asimile olmamalarının ardındaki neden de budur. Yakubilerin aksine cemaat sırları, çocuklara onüç yaşına geldiklerinde verilmekteydi. Evlilikler sadece cemaat içinde yapılıyordu.

İslamiyet'e gösterdikleri bağlılık, Yakubilerin aksine bir görüntüden ibaretti. Karakaşilerin ekonomik açıdan çok fazla geliştikleri söylenemese de 19. yüzyıl sonrasında özellikle basın ve ticaret alanlarında ilerleme kaydetmişlerdir.

Karakaşiler de eğitim konusunda oldukça önemli hamlelerde bulunmuşlar ve Feyziye Mekteplerinin kuruluşuna öncülük etmişlerdir. Bugün dini ritüellerini en fazla uygulayan ve Sabetaycılığa bağlı kalan grup
Karakaşilerdir. Halen kendi içlerinde evlilik kurumunu devam ettiren bu grup, dualarını İbranice ve Ladino dilinde okumaktadır. Özellikle Avrupadaki Sabetaycılarla geniş ilişkiler kurmuşlardır ve önemli bazı dinsel merkezlerde de halen faaliyet göstermektedirler. (Üç Sabetaycı Cemaat)

Ölülerini hala Bülbülderesi Mezarlığına defnetmektedirler. Feyziye Mektepleri ise yüz otuz yıldır eğitime devam etmektedir. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 43)

Kapancılar


En kalabalık grup olan Kapancılar, çoğunlukla İzmir'de oturuyorlardı. Cemaat, üst ve orta sınıfı oluşturan tüccarlardan oluşuyordu. Özellikle 18. yüzyılda Avrupanın dinsel merkezlerinde oldukça etkili olmuşlarsa da güçlerini giderek kaybetmişlerdir. Kapancılar her ne kadar Karakaşilerden ayrılmış da olsa, bu iki grubun arasındaki ilişki Yakubilere nazaran daha olumluydu. Nitekim Selanikte yerleşim alanları açısından birbirlerine oldukça yakındılar. Her bir grup diğerine komşular diye hitap ederdi.

Kapancılar daha çok ticaret ve sanayide gelişmeler göstermişti. Bu grubun üyeleri arasında bankacılar ve tüccarlar vardı. Kapancı grubu 19. yüzyılla beraber dışa açılmaya başlamış, özellikle eğitim alanında
diğer gruplar gibi atılım yapmışlardır. Selanikte yetişen dönemin ünlü Kabalistleri bu grubun üyelerindendi. İnanç olarak sadece Sevinin dini prensiplerini kabul ettiklerinden, Sabetaycı teori konusunda çok daha
saf inançlara sahiptiler. (Üç Sabetaycı Cemaat)

Bu noktada belirtmek gerekir ki; her dönemde oldukça farklı kuralları, toplumsal ve ekonomik konumları olan bu üç Sabetayist cemaat, tarih boyunca ilk defa bir çatı altında bir araya gelmişlerdir: İttihat ve Terakki Cemiyeti. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 85)  Osmanlı Devletini çöküşe götüren bu cemiyetin ortaya çıkışında Sabetayistlerin önemli bir rolü olmuştur.



Yahudiler ve Sabetaycılar


Sabetaycıları Yahudi sayan Osmanlının aksine, Yahudiler Sabetaycıları hiçbir zaman Yahudi saymamıştır. Bu nedenle Sabetaycılar kendi aralarında toplu halde ve ayrı mahallelerde yaşamış ve ne Yahudilere ne de Müslümanlara yüzyıllardır karışmamışlardır.

Örneğin Selanikin Hamidiye Mahallesinde Sabetayistlerin yaptırdığı ve bugün Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Yeni Caminin ikinci katında kadınlara ayrılmış küçük bölümde renkli vitraylardan yapılmış altı
köşeli yıldız bulunmaktadır. Ayrıca mermer trabzanlar da altı köşeli yıldızlarla süslenmiştir.
(Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 58; Tarih ve Toplum Dergisi, Aralık 1997, Selanik Dönmelerinin Camisi, yazan Marc David Baer)
Müslüman olduğunu söyleyen bir cemaatin ibadet ettiği bir camide, Yahudi kültürünün ve dininin izlerinin bulunması Sabetaycıların Yahudilikten vazgeçmediklerinin önemli bir göstergesidir.

Bunlara karşılık kendilerini Müslüman gösterdikleri için, yabancı dillere büyük tepki gösteren Yahudilerin aksine, Türkçeyi öğrenmeyi gerekli saymışlardır. Bu yüzden Yahudiler daha çok kendi içlerine
kapanırken, bu küçük cemaat, yönetici Türk kadroları ile daha fazla yakınlaşmıştır.
(Fabrika Dergisi, Sayı:58, Nisan 2004; Goloğlu, Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, Gür, İstanbul 1991 s:22-23)

Sabetaycılar da, Yahudiler de Fransız Devriminin etkisiyle modernleşme rüzgarına kapılmışlardır. Ancak Yahudiler haham engeli nedeniyle daha geç, bu engeli bulunmayan Sabetaycılar ise daha erken bir biçimde
döneme ayak uydurmuşlardır.



Masonluk ve Sabetaycılık İlişkisi

18. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına giren masonluk 1748 yılında yasaklanmasına rağmen, III. Selim döneminde tekrar ortaya çıkmıştır. Sözde evrensel bir felsefeyi, eşitliği ve kardeşliği savunan masonluğun dini arka plana atması, Sabetayistlerin mason localarına girmeleri için oldukça geçerli bir sebepti. O dönemde zaten dinden uzaklaşmış olan Sabetaycılara masonluk bu nedenle çekici gelmekteydi. Üstelik mason törenleriyle Sabetaycıların dinsel ritüelleri arasında da birçok benzerlik vardı. Ancak belirtmek gerekir ki, Sabetaycılar için masonluğun en çekici yanı gizliliğin esas olmasıydı.
(Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 84)
Selanikte o dönemde mason locaları ve tarikatlarda etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pek çoğu Sabetaycıydı.
(Paul Dumont, Grand Orient de France Arşivlerinde Osmanlı İmparatorluğu XIX Yüzyıl Ortası ile 1.Dünya Savaşına Yakın Dönemde İstanbul'da Fransız Obedyansına Bağlı Mason Locaları, Çev:Dr.Rifat İnsel ,Mimar Sinan Yay. No:7, İstanbul 1984 s:78) 

Nitekim günümüzde de bazı mason localarının Grand Comandor (ya da Türkçe karşılığı ile Hakim Büyük Amir)lerinin de yine Sabetaycı ailelere mensup kişiler olduğu bilinmektedir.

Son olarak belirtmek gerekir ki, Sabetaycı aydınlar için İslamiyet'in en gizli düşmanı olan masonluk, sosyalleştikleri bir örgüttü. Üstelik giderek tümüyle etkisini yitiren dinsel kurumlarına bir alternatif olarak bu cemiyet onların manevi boşluklarının giderilmesinde de önemli bir role sahipti ve bu çatı altında buluşmaları bir rastlantı değildi. (Sabetaycı Kültüre Ait Üç Belge)


Müslümanlığı Seçenler Zan Altında Bırakılmamalıdır


Kimi Sabetaycıların zaman zaman, gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli isimleri arasında yer aldıkları bir gerçektir. Özellikle siyaset ve ekonomi alanlarında ön plana çıktıkları bilinmektedir. Osmanlının son yılları ile Türkiye Devletinin kuruluş aşamasında, stratejik mevkilerde Sabetaycı kökenli olarak bilinen isimlere rastlamak mümkündür. Bakanlar, milletvekilleri, valiler, müsteşarlar, büyükelçiler, gazeteciler, öğretim görevlileri, doktorlar, avukatlar, iş adamları ve sanayiciler arasından kamuoyunda tanınmış kişiler çıkarmışlardır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dönmelerin içinde, her kesimde olabileceği gibi, samimi olmayan, İslam dinine düşman olan kimseler olabilir; ancak unutulmamalıdır ki bu kimseler arasında, samimi olarak Müslümanlığı seçmiş insanların da bulunma ihtimali vardır. Mümin, bir başka kimsenin Müslümanlığı tercih etmesinden mutlu olur, açık bir delil olmadığı sürece onun niyetini sorgulamaz. Her insanın takvasının derecesi, imanı ve Allaha yakınlığı sadece Allah Katında bellidir. Bu nedenle samimi bir Müslüman gibi davranan ve iyilerden olduğunu söyleyen biri için aksi bir yorumda bulunmak, Allahın müminlere yasakladığı bir tavırdır. Yüce Allah Kuranda bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: Sen mümin değilsin demeyin. Asıl çok ganimet, Allah Katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 94)

Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde Kuran ahlakını gereği gibi yaşadıkları sürece hiçbir sapkın akım -Allahın izni ile- kendilerine zarar veremeyecektir.

Sabetaycılık, Ortaçağ İspanyasındaki dönmelik hareketinden farklıdır.İspanyadaki Yahudiler baskı ve tehditler karşısında, can ve mal güvenlikleri açısından Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmışlardır. Oysa Osmanlı İmparatorluğunda Yahudilere din değiştirmeleri yönünde hiçbir baskı uygulanmamıştır. (Bu, Bakara Suresinin 256. ayetinde bildirilen Dinde zorlama yoktur hükmünün bir uygulamasıdır.) Tüm Osmanlı tarihi boyunca Yahudi azınlıklara Ehl-i Kitap olarak bakılmış ve huzur içinde yaşamalarına imkan tanınmıştır. Bilindiği gibi Katolik İspanyanın hayat hakkı tanımadığı ve sürgün ettiği Yahudiler, aradıkları huzuru Osmanlı topraklarında bulmuştur. Osmanlı Devleti her türlü imkana ve güce sahip olmasına rağmen, geniş topraklarındaki çeşitli dinlere, dillere ve kültürlere sahip insanların inançlarına, geleneklerine hiçbir zaman müdahale etmemiştir. Osmanlının adalet ve hoşgörüye dayalı yönetim modeli, Yahudilere de tam bir inanç ve ibadet özgürlüğü ortamı sağlamıştır. Ancak o dönemdeki Sabetaycılar, kendilerine yönelik hiçbir baskı olmadığı halde böyle bir yola gerek duymuşlardır.

Burası da üzerinde durulması gereken bir konudur

İslam Ahlakına Davet

Bir kişinin sonradan dinini değiştirerek Müslüman olması, gayet makul ve Kuran ahlakına uygun bir davranıştır. Samimi olduğu takdirde en güzel şekilde karşılık görecek bu durumun, yalnızca belli amaçlar ve
stratejiler doğrultusunda göstermelik olarak yapılması ise büyük bir samimiyetsizliktir. Çünkü gizlilik yolunu seçerek, Müslüman olmadıkları halde çevrelerine öyle görünmeye çalışan ve ibadetleri taklit eden bazı kişiler, içinde yaşadıkları toplumdan hiçbir baskı görmedikleri halde ve kendi dinlerini özgürce yaşayabilecekken böyle bir tercihte bulunmuşlardır. Halbuki İslam ahlakı, barış ve hoşgörü temelleri üzerine kuruludur. Nitekim Peygamberimiz (sav) döneminden itibaren, İslam topraklarında yaşayan gayrimüslimler her devirde korunmuş ve dinlerini özgürce yaşama konusunda hiçbir sıkıntıyla karşılaşmamışlardır.

Kısaca, bu durum din ahlakını yaşayarak Allahın rızasını kazanmayı amaç edinmiş samimi bir insanın başvuracağı güzel bir davranış değildir. Bir kişi kendi dinini özgürce yaşayacağı bir ortamda bulunuyorsa, bunu saklamamalı veya bunun için rahatsızlık ve çekinme hissi duymamalıdır.

Ayrıca, hoşgörünün ve din özgürlüğünün olduğu bir ortamda kendi asıl inançlarını gizleyerek İslam'a ve diğer dinlere karşı bir faaliyet yapmanın ise ne kadar yakışıksız bir durum olduğu da açıktır. Tarih boyunca görüldüğü gibi, güzel ahlaka karşı olan ve bu yönde çaba gösteren akımların tamamı, her zaman başarısız olmuştur; çünkü Yüce Rabbimizin bildirdiği yolun haricindeki tüm sistemler başarısızlığa mahkumdur. Allahın izniyle, alametlerini yoğun bir şekilde yaşadığımız ahir zamanda bu tür sapkın akımların tümü ortadan kalkacak, İslam ahlakı tüm güzelliğiyle dünya çapında hakim olacaktır.

Ancak burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Her insan kasıtlı veya kasıtsız olarak hata yapabilir. Fakat kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi olan Yüce Rabbimiz, Kuranda, hatalarından sonra
bir daha geri dönmemek üzere samimi olarak tevbe eden ve bağışlanma dileyenlerin günahlarını affedeceğini bildirmektedir:

Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (Araf Suresi, 153)

Bu nedenle, bu yolu seçen insanlar da, geçmişte atalarının gösterdiği yanlış tutumu sürdürmekten vazgeçmeli ve gerçekten Müslüman olarak Yüce Allahın rızasını ve rahmetini kazanmaya çalışmalıdırlar. Böylelikle hem kendileri için hem de sonraki nesilleri için çok önemli bir adım atmış olacaklardır. Ayrıca bu sayede hem bu dünyada gizlenmenin getirdiği esaretten kurtulabilecek, hem de sonsuz ahiret yaşamlarını güzellik içinde geçirme imkanına sahip olabileceklerdir.

* İlmi Mercek Dergisi 11. sayı (Mayıs 2005) syf: 8


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder