14 Ağustos 2015 Cuma

DECCALIN KİTABI KABALA ve Tapınakçılar nasıl ortaya çıktı? Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar, Sad suresinin 37. ayetinde konu edilen şeytanlar olup, bir çok ayette “cinn” olarak ifade edilmişlerdir. Şeytanları da onun emrine bağlı kıldık. O şeytanlardan kimi bina ustası, kimi de dalgıçtı.( Sad / 37 )




Kral ve Peygamber olan Hz. Süleyman'a daha önce hiç kimseye verilmemiş ideal bir krallık vaat edilir: Yeryüzünde bir cennet krallığı.



Ancak o esnada binlerce yıldır hapsedilmiş ve insanlara yaklaşamayan cinler ve şeytanlar kilitli oldukları yerden kurtulmak üzeredirler. Büyücü Ara onları kilitli tutuldukları yerden çıkarıp karanlığın krallığını kurmak istemektedir. Hz. Süleyman bu durum karşısında kâhinlerden yardım ister. Ancak kâhinler, adalet ve özgürlüğün temsilcisi Sultan Süleyman'ın yanında yer almaktansa haksızlık ve zulmün safında yer almayı tercih ederler ve büyücü Arayı desteklerler. Böylece kilitli kapılar açılır ve cinler, şeytanlar insanların ruhlarını ele geçirerek onlara hükmetmeye başlarlar. Artık kafesten çıkmış olan bu yaratıkları yerlerine geri döndürmek imkânsızdır.

Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar, Sad suresinin 37. ayetinde konu edilen şeytanlar olup, bir çok ayette “cinn” olarak ifade edilmişlerdir.
Şeytanları da onun emrine bağlı kıldık. O şeytanlardan kimi bina ustası, kimi de dalgıçtı.( Sad / 37 )
Bunun üzerine biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. (Sad 36-38)
Bu şeytanların, halk arasında genel kabul görmüş şeytan ile bir ilgisi yoktur. “Şeytan” sözcüğünün sözlük anlamı; “haktan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise “şeytan”; “Hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve tipik adıdır”. İşte, Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar (cinnler); Süleyman peygamberin emrinde zoraki çalıştırılan ve karakter tanımlarına uygun davranışlarda bulunarak, onun hakkında sürekli gerçek dışı ve hakka aykırı plânlar kuran, yalanlar üreten ve iftiralar yayan işçilerdir. (Daha fazla detay “Cinn” ve “Şeytan” başlıklı yazılarımızda mevcuttur.)

Bakara suresinin 102. ayeti, hem bu insan şeytanların neler yaptıklarını bize bildirmekte hem Yahudilerin bu şeytanların uydurduklarına inanmalarını eleştirmekte hem de o saygıdeğer Elçi’nin kâfir olmadığını ilân etmektedir:
“Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler…


Hz.Süleyman zamanında Süleyman mabedini inşaa eden şeytanlar ve cinler Kudüs halkına büyüler ve paralel boyuta geçmenin,paralel boyuttan varlıklar çağırmanın yollarını öğrettiler.
Bundan haberdar olan Hz.Süleyman halkının elindeki bütün kitapları toplayıp tahtının altına gömdü.Halkının bir daha böyle şeylerle uğraşmaması için idam kanunu çıkarttı.




2010 İran yapımı olan Hz. Süleymanın Krallığı filmi. Yönetmen koltuğuna Shahriar Bahrani oturmuştur. Film 50 milyon dolarlık bir bütçe ile İran Devleti tarafından desteklenen Peygamberlerin Hayatı isimli proje kapsamında film olarak insanlara sunulmuştur.

Filmin Başrol Oyuncusu Amin Zendegani ise filmi izleyen herkesten hem oyunculuk performansı hem de yakışıklı ve karizmatik görünüşü ile tam not aldı. 1972 iran doğumlu olan Amin Zendegani daha önce bir filmde başrol oynamamış.

Hz. Süleyman; Allah ona daha önce kimseye vermediği bir güç verdi. Emrine cinler,hayvanlar ve rüzgar boyun eğdirildi.

Yapım: 2010 – İran

Yönetmen: Shahriar Bahrani

Oyuncular: Amin Zendegani, Abas Ghelich Loo, Javad Taheri, Sirous Saber, Arjang Amirfazli

İYİ SEYİRLER…

Tapınakçılar nasıl ortaya çıktı? 
Allah büyü ile uğraşmayı lanetlemiştir.Ama tapınakçılar bir kere bu illete düştüler ve kendilerini kurtaramadılar.

VE Onlar büyüye değil büyü onlara hükmetmeye başlıyor zamanla

"Yüzüklerin Efendisinde ki Yüzük gibi"


Hz. Süleyman’ın Hayatı Kısaca, Hz Süleyman Hayatı Hakkında Bilgi :

Babası Hz. Davud’dur. Davut peygamber öldükten sonra henüz on üç yaşındayken ülkesine hükümdar oldu. Babası gibi hem peygamberlik, hem hükümdarlık yaptı.

Doğu’nun ve Batı’nın bütün hükümdarları ona itaat etti. Peygamberliğini kabul etti. Zamanın en güçlü hükümdarı Yemen melikesi bile onunla görüştükten sonra peygamberliğini kabul etti. Büyük bir donanma hazırlatarak Hint Okyanusu’na yolladı. Kudüs’deki Mescid-i Aksa’yı yaptıran peygamberdir.

Her peygamber gibi ona da çeşitli hikmetler ve mucizeler verildi. Onun hikmeti kuşlarla konuşabilmesiydi. Kuş dilini bilir, onlara hükmederdi. Ayrıca cinleri görür, onlarla konuşurdu. Cinler de ona itaat ederdi. Bununla birlikte rüzgarlarla da konuşabilir, istediği emri yerine getirtebilirdi. Kaç yaşında öldüğü bilinmese de kırk seneden fazla hükümdarlık yaptığı tahmin edilmektedir. Bu dönemde İsrailoğulları en iyi dönemini yaşamıştır.

Hz. Süleyman öldükten sonra kurduğu büyük devlet ikiye ayrıldı. Yehudalar ve İsrail olarak ayrılan devletler kısa süre sonra yıkıldı. İsrail devleti Asurlular tarafından yıkılırken Yehuda devletinin halkı Babillere esir oldu. İsrailliler yıllarca Yunanlar, İranlılar ve Romalılar’ın idaresinde kaldıktan sonra yeniden bağımsız oldular.

Özellikle Yehuda Devleti büyük sıkıntılar çekti. Babil hükümdarı Nassar Kudüs’ü ele geçirince Hz. Üzeyr, Hz. Danyel ve devletin büyük ilim adamları Babil şehrine götürüldü. Tevrat yok edildi. Beyt-i Makdis yıkıldı. İnsanlar yavaş yavaş Musa’nın dinini unutmaya başladı.

Bir zaman sonra Babiller yıkılınca Yehudalar bağımsız oldu. ülkelerine geri dönerek binalarını yeniden inşa ettiler. Üzeyr aleyhisselam Tevrat’ı ezbere okudu ve kağıda geçirdi. İnsanlar Musa’nın şeriatını hatırlamaya başladı.

Bir süre sonra Yehuda halkı şirke sürüklendi. Üzeyr aleyhisselama “Allah’ın oğlu” demeye başladılar. Oysa ki Kuran’da da açıklandığı üzere Üzeyr, bir peygamber değildir. Allah’ın sevgisini kazanmış bir velidir.


*************
Tapınakçılar nasıl ortaya çıktı? 1 


Tapınakçıların işin başında muvahhid, mabedin koruyucusu, Hz. Davud ve Süleyman aleyhisselamın sahabelerinden oluştuğunu biliyor mu idiniz..

Hz. Yusuf Mısır’a vardığında aslında orada matematik, geometri, astronomi ve tıp önemli ölçüde gelişmişti.. Hz. Yusuf iyi bir rüya yorumcusu idi. Zaten daha çocukken müjdelenmiş ve kuyudan itibaren Cebrail’le birlikte bir yolculuğa çıkmıştı.. Hz. Yusuf’un M.Ö. 1300’lü yıllarda Tutankhamun döneminde yaşadığı hesaplanır.. Hz. Musa, Hz. Yusuf’tan birkaç nesil sonradır. Hz. Musa İmran’ın oğludur, onun babası Yahser, onun da babası Kahes’dir. Levi kabilesindendir, yani Yakup aleyhisselamın ikinci eşi Lea’dan olan Hz. Musa’nın annesi Yocheved’dir. Kız kardeşi Meryem, erkek kardeşinin adı ise Harun’dur.

Hz. Musa’nın fırtınalı bir hayatı var. Bir kavgaya karışır. Urfa’ya gider, Şuayb AS’ın kızı ile evlenir. Mısır’a döner. Mısırlı sihirbazlara meydan okur, Asa-yı Musa, yed-ı beyza, denizin geçilmesi ve diğer mucizeler ve ardından Kudüs’e yolculuk..

Hz. Yusuf, Hz Yakub’un oğlu. Hz. Rahime annemiz ise, Hz. Eyyub’un hanımı idi. Allah onlardan razı olsun.

Hz. İbrahim’in iki eşi vardı, Hz. Sare ve Hz. Hacer. Hz. Hacer, Hz. İsmail’in annesi. Hz. Sare annemiz ise Hz. İshak’ın annesi. Hz. İshak’ın iki oğlu vardı. El İs ve Hz. Yakub, Hz. Yakub, soyu bin yıl peygamber olacak bir peygamber ailesidir. İs ise kral ailesidir. Her ikisinin mizacı uyuşmadığı için Hz. İshak çocukları arasında niza olmasın diye Hz. Yakub’u dayısı Leban’ın yurduna gönderdi.

Bir rivayete göre Hz. Yakup dayısının iki kızı Leyya/Lea ve Rahel ile evlendi. Leyya’dan 7 çocuğu oldu. Rahel kendi cariyesi Belha’yı Yakup AS ile nikahladı. Belha’dan Yakup AS’ın 3 çocuğu oldu. Bunun üzerinde Leyya, cariyesi Zelfe’yi de Yakup AS ile nikahladı. Yakup Aleyhisselamın ondan da 3 çocuğu oldu. Daha sonra Rahel’in Yusuf ve Bünyamin isimli 2 çocuğu dünyaya geldi..

Burada duralım.. Kendisine Zebur’un gönderildiği Davud aleyhisselam dönemi M.Ö. 1000’li yıllar olmalı. Davud aleyhisselam döneminde de birçok mucizeler gerçekleşti. Kılıcı ile ünlü idi.

Hz. Süleyman M.Ö. 900’lü yıllarda yaşamış olmalı. Gazze’de doğdu ve Kudüs’teki mabedi insan, cin ve bukağılı şeytanlarla inşa etti. İbranice, Şlomo veya Şelomo; Latince, Salomone denir. Hz. Davut ile Batşeba’nın oğlu Süleyman AS İsrail Krallığı’nın üçüncü kralı oldu. Kuş dilini bilir idi. Bütün zamanların en zengin kişisiydi.

Hz. Süleyman risaletinin 4. yılında, takriben M.Ö. 964’de mabedin inşasına başladı. Tevrat’ta göre tapınağının yapımına İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışının 480. yılında başlamıştır. Hz. Süleyman, babası Hz. Davud’un sarayını da inşa eden, dostu Sur Kralı Hiram’dan mabedin inşasında çok yönlü destek aldı. Mabedin inşasında Hiram (usta) fiilen çalıştı.. M.Ö. 957yılında tapınağın inşası tamamlandı. Ancak çevre düzenlemesi otuz yıl kadar daha sürdü. Süleyman Mabedi, Kudüs’teki Harem-i Şerif’in bulunduğu dağ sırtının orta bölümünde yer alan, aynı zamanda İsra’nın gerçekleştiği makam olarak da bilinen Kubbet-üs-Sahra’nın olduğu yere inşa edildiğini söyleyenler çoğunluktadır.. Ahit Sandığı, Süleyman mabedinde “Kutsallar Kutsalı” olarak adlandırılan iç bölümde minberin üst kısmında muhafaza edilmiştir.. 

Hz. Süleyman’ın yaptığı mabed, “Birinci Mabed” olarak nitelendirilmektedir. Hz. Süleyman’ın vefatı sonrası krallık ikiye bölününce mabed güneydeki “Yahuda Krallığı” sınırları içerisinde kalmış ve yıkıma uğramıştı. Hz. Süleyman’ın oğlu Yahuda Kralı Revaham’ın zamanında, Mısır Kralı I. Şeşonk’un Kudüs’e yönelik saldırısında, Süleyman Mabedi’nin bütün hazineleri yağmalandı ve metruk hale geldi. Kral Yotam (M.Ö. 740-736), Hizkiya ve Yoşiya (M.Ö. 638- 609) dönemlerinde mabede birtakım tadilat, bakım ve dinsel temizlik yaptırıldı. Babil krallığına bağlı olan Yahuda devletinin isyan etmesi üzerine Kudüs’ün M.Ö. 597 yılında Buhtunnasr / Nebukadnezar tarafından ele geçirilerek yeniden yağmalandı. İlk işgalde çok fazla zarar görmeyen tapınak, Kudüs halkının yeniden isyan etmesi üzerine M.Ö. 586 yılında Kudüs’ü yeniden zabd eden Babil kralı 2. Nebukadnezar tarafından tamamen yıkıldı. Mabeddeki Ahit Sandığı kayboldu ve bir daha bulunamadı. 

2. Nebukadnezar’ın tapınaklar, yollar, sulama kanallarının yanı sıra eşinin hatırına Babil’in Asma Bahçeleri’ni inşa ettirdiği söylenir. M.Ö. 630-561 arasında hüküm süren yeni kral Yeni Babil İmparatorluğu’nun sınırlarınıSuriye’den Mısır’a dek genişletmiştir. M.Ö. 605 Kudüs’ü ele geçirerek M.Ö. 587’de Yahudileri esir alarak onları Babil’e sürmüştür. Sürgünün 70 yıl kadar sürdüğü tahmin ediliyor.

Sürgün M.Ö. 538’de Babil’in Persler tarafından fethi ile sona ermiştir. Perskralı Büyük Kiros Yahudilerin Filistin’e dönmelerine izin verdi. Gitmeyenler bugünkü Bağdat ve Basra çevresinde ilk Yahudi diasporasını oluşturdular..

Tapınağı ve emanet sandığını korumakla görevli tapınağın koruyucu şövalyeleri, Hz. Süleyman’ın vefatından sonra hem tapınağın mimari yapısı ile ilgili sırları korumak ve hem de güvenliğini sağlamak, cinlerle yaptıkları işbirliğine ilişkin bilgilerin avamın eline geçerek, kötü maksatlarla kullanılmasını önlemek için bir lonca oluşturdular ve bir yeminle birbirlerine bağlandılar. İçlerinden biri öldüğünde ya da yeni bir kişiyi aralarına aldıklarında ona bu sırları öğretmeden önce yemin ettireceklerdi. Bu yapı Babil sürgününe kadar bir şekilde korundu..


Tapınakçıların gizemli tarihi-2

Babil sürgünü sırasında şövalyelerin bir kısmı vefat etti, bir kısmı kaçtı ve bir daha bulunamadı, bir kısmı ise esir edilmişti.. Esir alınanlar, Nebukadnezar’ın baskısından kurtulmak için, ona karşı savaşmak üzere birtakım kişilerle sırrı paylaştılar ve yeni bir Şövalyeler Loncası oluşturuldu. Bu kez Mabedi korumak değil, Kudüs’e geri dönmek için kendi aralarında yemin ediyorlardı.. Mabedi yeniden inşa edeceklerdi. Ama bu sır bir kere halkın arasında yayılmaya, loncaya yeni adamlar kazanarak, Kudüs’e geri dönüş yolunu açacak savaşçılar için yeniden yapılanmaya gittiler.

Onlar cinleri kullanacaklardı, sonunda cinler onları kullandı.. Ve olan oldu.

Burada iki önemli olay var. Harut-Marut olayı ve Üzeyir aleyhisselam’ın Kudüs’e dönüşte Tevrat’ı yeniden bir araya getirmesi olayı....

Artık cin şişeden çıkmıştı.. Babil’de büyücülük aldı başına gitti.. Büyücülerle başetmek mümkün olmuyordu. Halk Kudüs’e geri dönüşten çok kıskançlık iç güdüsü ile, servet, güç ve iktidara ulaşmak için rakiplerini yok etmek için bu yöntemi kullanmaya başlamıştı. Harut ve Marut isimli iki melek, cinlerin kirli oyunlarına karşı insanlara korunmanın yollarını öğreteceklerdi, ama birileri onlardan korunma yollarını öğrenirken, aslında bu sırrı öğrenip onlar da bu işi yapmak istiyorlardı. Onun için melekler, onları bu konuda uyarmadan bu sırrı öğretmiyorlardı..

Babil sürgününden dönüşte iki önder vardı. Halkın ruhani lideri Üzeyir aleyhisselam (Yahudi literatüründeki Ezra) ve geri dönüş yolunun liderliği yapan Zerubabel ile o dönemdeki birçok tarihi şahsiyetin roller birbirine karışır.. Kral Kores Döneminde Sesbatsar Önderliğinde Dönüş olur. 2. Kral Darius Döneminde Zerubbabel Önderliğinde 2. dönüş. Kral Artahsasta Döneminde Ezra Önderliğinde bir dönüşten daha söz edilir.. Bu dönem çok tartışmalı bir dönem. Yahudiler Üzeyir aleyhisselama “Tanrının oğlu” dediler. Bunu demelerinin sebebi Üzeyir aleyhisselam, Tevrat ve Zebur’un dağılan sayfalarını topladı. Hafızları dinledi ibadet ve duaları yeniden düzenledi. Bir kısım Yahudi hahamları “Bunu ancak Allah’ın oğlu yapabilirdi” dediler.. Kimileri de onu Yahudilikte tecdit temelli reform yapan bir kişilik olarak görür. Ona uluhiyet isnat ettiler.. Daha sonra buradan yola çıkarak bir kısım Yahudiler, Hz. İsa’ya dini yeniden ihya ettiği, tamamladığı için O’na da uluhiyet isnat ettiler. Yani bu iddia Hıristiyanlıkla başlamadı. Yahudiler bir Mesih/Meşiyah bekliyordu, ama bir kısmı ona ilahlık isnat ederken bir kısmı da onu reddettiler.. Bazı Yahudi tarihçiler Ezra’nın Kudüs’e gelişi ile Nehemya’nın Kudüs’e gelişini ve rollerini karıştırır.

Babil sürgünü dönüşünde Zerubabel’in yönetimindeki Yahudiler, yıkılan mabedi yeniden inşa ettiler. Bu mabed M.Ö. 515’te tamamlandı. Bundan 150 sonra Yecüc Mecüc olayı Kaf dağının arkasında yani Kafkasya’da, Hazar ile Moğolistan arasında bir vadide gerçekleşti.. Böylece yeryüzünde serbestçe hareket eden son cin taifesi de yeraltına hapsedilmiş oluyordu.. Daha önceki dönemde cinlerin insanlarla birlikte yeryüzünde farklı bir hayat yaşadıkları bazı tarihçiler tarafından anlatılmaktadır.. Dolayısı ile cinlerle insanların işbirliği M.Ö. 350’lere kadar aktif bir şekilde devam etmiştir.. Tapınakçılar da bu ilişkilerden haberdardılar ve bu yöntemi etkili bir şekilde kullanmaktaydılar.

Hz. Meryem’in içinde yaşadığı mabed Kral Herod, döneminde. M.Ö. 20’de başladı. Bu mabed Romalı komutan Titus tarafından M.S. 70’de yıktırıldı. M.S. 132-135 yılları arasında Yahudi Simon Bar Kohban’ın başlattığı isyan, Romalılar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı ve mabedin kalan kısmı da yıkıldı.. Süleyman Mabedi’nden geriye Herod’un yaptırdığı Batı duvarı (Ağlama Duvarı) günümüze gelebildi. Bu olaydan sonra Yahudiler bulundukları bölgelerde küçük Havralar inşa ederek ibadetlerini buralarda yapmaya başladılar..

Üzeyir aleyhisselamdan sonra yeni tapınakçılar, daha çok ideolojik ve politik bir topluluktur. Romalılarla bazan anlaşarak bazan çatışarak varlıklarını sürdürmeye çalıştılar ve özellikle Hz. İsa’nın doğumundan sonra daha milliyetçi, Yahudi zenginlerin kontrolündeki havraların yöneticilerinden oluşan bir konsey etrafında toplanmaya başladılar.. Yeni tapınakçılar ve havraların koruyucuları çok farklı bir yapıdadır.. Giderek dini bir hiyerarşi ve otorite merkezi oluşturma yönünde örgütlenmektedirler.. Hz. İsa’nın doğumu ve ardından Hz. İsa’nın vahyi tebliğe başlaması ile Yahudilikte, cemaat yapısı ve şeriat tartışmaları ile ilgili tam bir kırılma yaşanır..

Bugünkü İncil’de Yuhanna’nın Vahyi, ya da Resullerin işleri bölümü,Pavlus’un mektuplarının İncil’e eklenmesi Yahudi geleneğinde ve Hıristiyanlıkta risaletin devam ettiğinin açık bir kanıtıdır. Ancak Yahudiler Hz. İsa’nın risaletine, İseviler ise Hz. Muhammed’in risaletine iman etmediler..

Yahudiler İsevileri dışlarken kendi gizli ve derin cemaati ile ordusunu da oluşturma yoluna gittiler. Yahudilerden Hz. İsa’ya inananlar ise, benzer bir yapıyı, Süleyman Mabedinin ilk dönemindeki Tapınak Şövalyelerini örnek alarak, Yahudilerden bağımsız ayrıca modellemeye çalıştılar..

Tapınakçılar -3
Bu noktada Tarsuslu bir Yahudi olan Saulun, önce azılı bir İsevi düşmanı iken İsevi olmaya karar verip Pavlus adını alması ile yeni bir dönem başladı.. Hz. İsa’nın vefatından 50 yıl sonra Hatay’da ortaya çıkan bu yeni dinin adı Hıristiyanlık olacaktır..

Pavlus yeni dinin tebliği için ilk seyahatini Konya’ya yapar, 2. yolculuğunu Ankara’ya. Fazla bir taraftar bulamaz. Daha sonra Mersin üzerinden Antalya yolu ile Muğla ve İzmir’e, Ege bölgesindeki 7 kilise bölgesindeki tapınakların ruhanilerini ziyaret eder. Oradan Selanik’e gider ve geri döner.. Yeniden Hatay’a gelir ve Kayseri’ye gider. Romalılar onu orada yakalarlar ve mevcutlu olarak Roma’ya gönderirler. O gittiği her yerde yeni dini anlatmaya devam eder. Rodos, Girit, Malta ve Roma’ya kadar gider..

Onun için Rodos Şövalyeleri, Girit Şövalyeleri, Malta Şövalyeleri, Roma Şövalyeleri ayrı ve özel bir öneme sahiptir.. Pavlus Roma’da ölür. Ama orada iken tebliğleri ile Roma sarayında birçok kişiyi bu yeni dine inandırmıştır.. Artık Tapınağın yeni koruyucuları Romalılar olacaktır.. Haçlılar yani.. Ardından İslam’ın doğuşu ve yükselişi ile yeni Tapınakçılar Roma’nın gözetiminde İslam’a karşı bir güç, Roma’nın emperyal heveslerinin taşıyıcı ruhani gücünü oluşturacaktır..

Burada Muhyiddin İbn-i Arabi’den söz etmeden geçemeyiz. OMuvahhidun döneminde, Hicri takvime göre 27 Ramazan 560’da Mursiye (Murcia), Endülüs’te (bugünkü İspanya) tam da Tapınakçıların Roma merkezli olarak ortaya çıktığı bir zamanda doğdu. doğdu. Yani 1165-1240 arasında yaşadı ve Şam’da vefat etti. Arabi Endülüs’te Meymonidesi yakından etkiledi.. Arabi’nin Kur’an yorumunda kullandığı yorumu, Meymoniden Tevrat’a uyguladı..

Tevrat üzerinden gelecek okuma yöntemi sonucu Tevrat’ın farklı bir yorumu çıktı ortaya. Talmut ve Yahudi sufizmi doğdu. Bu yorum, Roma’yı, Nostradamus’u, Şia’yı, Hind mistisizmini de yakından etkiledi. Hatta batıda rönesansın doğuşunu da.. Günümüze gelecek olursak, Amerika’nın keşfi, Afrikalıların köleleştirilmesi, Fransız devrimi, Sanayi devrimi, Haçlı seferleri, Selçuklular ve Osmanlılarla tarihi hesaplaşmaların ardından batı elde ettiği bilgi, güç ve zenginlikle dünyaya kafa tutar hale geldi..

Vatikan artık eşsiz bir güçtü. Servet, silah ve iktidara tek başına hakimdi. Oysa İncil “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkı Tanrıya” diyordu. Kilise ise servet ve iktidarı ele geçirmişti ve ordu onun emrindeydi.. Fransız masonluğunun ortaya çıkışı, kilise hiyerarşisi dışında seküler insanların da Tapınakçı olmasına izin veriliyordu..

Ardından İngiliz ve İskoç locaları ortaya çıktı. Başka bağımsız tapınakçı grublar oluştu. Protestanlığın doğuşu ile Vatikan daha da güç kaybına uğradı.. ABD’nin ortaya çıkışının ardından 1. Dünya savaşı yıllarında ABD, Yahudi, Katolik ve Protestan kiliselerinin tapınakçıları, Christ Army’lerini ve seküler tapınakçı Mason Localarının buluşma adresi olarak bunları o gün için daha güvenli bir yer olan Amerika’ya davet etti. 1. ve 2. Dünya savaşı sonrası şekillenen yeni dünya düzeninin merkezi artık Amerika idi. Sonrasını biliyorsunuz zaten.. NATO, CENTO, Soğuk savaş yılları, Sovyetlerin dağılması, AB’nin kurulması ve bugüne uzanan uzun bir yolculuk. 2. Dünya savaşında faşizm çözüldü, daha sonra komünizm de çöktü. Bugün yaşanan ise kapitalizmin ve bu sacayağı üzerinde ayakta duran siyonizmin çözülme aşamasıdır..

Tapınakçılar bu tarihi yolculuğun ardından hâlâ iddialarını sürdürüyorlar. Tapınakçıların resmi tarihçileri, bugün bu örgütü kısaca şöyle tanıtıyorlar: “Tapınak Şövalyeleri veya Tapınak Tarikatı (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa’nın Fakir Askerleri), tanınmış Hıristiyan askerî tarikatlarından biridir. Resmî olarak iki yüzyıl boyunca faaliyette bulunmuşlardır.

Fransız Soylusu Hugues de Payen tarafından 1119 civarında Kudüs’te Hıristiyan hacıları korumak ve hac yolunun güvenliğini sağlamak için 9şövalyeden oluşan bir grup tarafından kuruldu. Katolik Kilisesi tarafından resmen 1129 yılında tanındı. Tarikatın ömrü neredeyse Haçlı Seferleri’yle eşittir. Hıristiyan tapınakçıların Roma’da örgütlü şekilde ortaya çıkışı1099’da Kudüs’ün 1. Haçlı seferleri ile ele geçirilişinin ardından oldu.1312 yılında Papa, tarikatı resmî olarak dağıttı ve mülklerinin birçoğunuHospitalier Şövalyeleri Tarikatı’na geçirdi ama o tarihten sonra tapınakçılar yeraltına çekilerek varlıklarını değişik şekillerde bugüne kadar sürdürdüler..

Bugün Mason locaları, Hiram ustası, dul kadını ile, gönye ve pergeli ile binlerce yıllık bir geleneği, ritüelleri, seromonileri ile sürdürmeye çalışıyor. Yine esoteric yöntemler kullanıyor, kahinler geleceği okumaya ve geleceğe şekil vermeye çalışıyorlar.. Bugün büyük ölçüde seküler bir karakterleri var.. Kendilerini yeni dünya düzeninin patronu olarak görüyorlar.. 



YENİ AKİT / Abdurrahman Dilipak

**************
HZ SÜLEYMANA KADAR BÜYÜ KABALA TARİHİ

VE Onlar büyüye değil büyü onlara hükmetmeye başlıyor zamanla İslam’da Şeytan(İblis) tektir ama insanların ve cinlerin içinden çıkan şeytanlar vardır. Hıristiyanlıktaki Azazil karakteri Kuran’da Semum adıyla yer bulmuş bir cehennem yaratığıdır.


İblisin asıl adı, Azazil idi. Cenab-ı Hakk'ın Hz. Âdem (as.)'e secde etme emrinden yüz çevirmesi ve bu secde emrine kibirlenerek isyan etmesinden sonra, “iblis” ve“şeytan” isimlerini aldı.
İblis cinlerdendir, ateşten yaratılması melek olacağı anlamına gelmez.


Cin ve Şeytanların Atası İblis
“Meleklere, “Âdem’e secde edin.” dedik, İblis müstesna, hepsi secde ettiler. O, cinlerdendi; Bundan dolayı Rabbisinin emrinden çıktı...” (Kehf, 18/50)


İbn Abbas (r.a.)'dan gelen bir rivayete göre,
“İblis, meleklerin bir kabilesindendi. Bu, kendilerine cin denen ve yakıcı ateşten yaratılmış olan bir kabile idi. İblis’in o zamanlar ismi “Hâris”di ve cennet bekçilerindendi. Bu kabile dışındaki melekler, nurdan yaratılmışlardı.” Yine İbn Abbas(r.a.)'dan gelen bir başka rivayete göre, “İblis’in ismi, “Azâzîl” idi ve yeryüzünde kalırdı. Meleklerin, bilgi ve akıl bakımından en kuvvetlilerindendi.” Taberî, 1/178.


İbn Abbas ve İbn Mes’ud (r.a.)'a dayanan bir rivayette de,
“İblis, birinci göğün ve yeryüzünün idaresi ile vazifelendirilmişti ve meleklerin, cin denilen bir kabilesine mensubtu. Bu kabileye, cenneti korumakla görevli oldukları için “cin” denilmişti. Binaenaleyh İblis aynı zamanda cennetin bekçilerindendi.”denilmiştir. Taberî, 1/178.


“İblis’den önce de cinler vardı. Fakat onlar helak olmuşlar ve onlardan sedece İblis kalmıştı. Binaenaleyh bugünkü cin ve şeytanlar, onun zürriyetidir. Buna göre de İblis’in cinler içindeki yeri, Nuh(a.s)'un insanlar arasındaki durumu gibidir.” Âlûsî, 15/292.





Ayetlerde, kıyamet günü, Allah Teala’nın meleklere, kafirlerle ilgili olarak, “Bunlar size mi tapıyorlardı?”sorusuna karşılık meleklerin,
“(Ey Rabbimiz) seni tenzih ederiz. Bizim dostumuz onlar değil sensin. Doğrusu onlar cinlere tapıyorlardı.” Sebe, 40-41. ayetleri
şeklinde cevap verecekleri bildiriliyor.
“Şüphesiz Şeytan, insana apaçık düşmandır.” Kur’an 17:53
Bu açık ifade meleklerin ve cinlerin iki ayrı cins olduklarını gösteriyor.
Tek tanrılı dinlerin sonuncusu olan İslam ile Şeytan, insan üzerindeki etkisini kaybetmiştir.


Şeytanın vezirleri: (İfritler)



Şeytanı vezirleri ifritlerden oluşur. İfritler cinlerin azgın ve güçlü olanlarıdır. Kimisi fiziksel güce sahip kimisi de ruhani güce sahip olarak diğer avam cinlerden daha güçlü bir şekilde hareket ederler. Bu konuya örnek olarak neml süresindeki 39–40 ayetleri gösterebiliriz. İfritlerden biri Hz. Süleyman’a Sebe’ Melikesinin tahtını “sen yerinden kalkıncaya (doğruluncaya) kadar getiririm” demişti. Yemenin Sebe’ bölgesinin melikesi, Belkıs isminde bir kraliçeydi. Hz. Süleyman (A.S) onlara allahu tealanın gücünü kudretini ilmini göstermek için böyle bir gösteri yapmak istiyordu. İfritlerden biri de bir aylık yol mesafesini hızlı bir şekilde gidip Taht ile birlikte geleceğini ve “ben buna eminim” demiş. Buradan da anlaşıldığı gibi İfritler diğer cinlere göre daha fazla gelişmiştirler. Bu gelişmiş İblis soyuna İfrit denir. Şeytan da vezirlerinin 300.bin tanesini ifritlerden seçmiştir.

Şeytanın uşakları: (Hizmetçileri ve askerleri)
Cinler, Şeytanın küçük birlikleri halinde bölge ve kıtalar arası yönetim sürdürürler. Bu varlıklar da insanlar gibi sorumluluk sahibi ve kul olma mükellefiyeti taşırlar. Ancak ne var ki onlarda insanlar gibi kimisi iyi hal üzerinde Allaha kul olma çabasında, kimileri de şeytanın hizmetçileri olmuş kötülüğün amellerini işlemektedirler. Şeytanın emir ve hizmetlerini şeytanın vezirlerinden (ifritlerden) alıp uygulamak için işe koyulanlar (cinler) büyücü ve kâhinlerin hizmetinde de bulunurlar. Genel anlamda köle halinde yaşarlar. Özgürlüklerini bir şekilde kazanan cinler ise zaman içince gelişip ifritleşebilirler. Kişisel gelişimleri deneyim ve eğitim ile de mümkün olabiliyor. İnsanlara en yakın yaşayan bu varlıklar insanların zayıf noktalarını tespit etmekte ustadırlar. Görünmez olmaları sebebiyle insanların en ince sırlarını bile öğrenme durumları vardır. Bundan dolayı büyücü veya kâhinler bu varlıkları kullanmak için ellerinden gelen çabayı gösterip onlara sahip olmaya çalışırlar.


Kendine vezirler, hizmetçiler ve birlikler hazırlayıp kuran Şeytan (Azazil) şahsen kimseyle uğraşmaz ve hizmetinde bulunan İfrit, cin ve insanlardan varlıkları kullanır. İnsanlardan başta büyücüleri, kötü amel sahiplerini, zevk ve nefse düşkünleri, şehvet sevdasına düşenleri kullanır. İnsanlardan kullandığı bu kimseler, hırs, haset, kin ve düşmanlıkla şeytanın arzu ve emelini gerçekleştirmiş olurlar. İfritler ise şeytanlar ile diğer varlıklar arasında bir çeşit vasıta olup iletişimlerini sağlamaktadırlar. Cinler de dediğimiz gibi şeytanın hizmet ve askeri birlikleri halinde yaşarlar. Her türlü varlığın kötü ve alçak olanına Sufli, yüksek ve iyi olanlarına da Ulvi denir.


KABALA İlluminati ve Masonluğun Kökeni Olan KABALA Nasıl Öğrenildi?
Kabala Bakara 102 ayetinden anlıyoruzki ilk olarak BABİLDE başladı
Genel Olarak kabul gören açıklama, Harut ve Marut Allah'ın emri ile bir imtahanla insanlara çeşitli bilgileri ve sihirleri öğreten iki melek olduğudur.


AMA ŞEYTANLAR BUNU ALIP ŞAYTANSI İNSANLARA ÖĞRETMEYE BAŞLADILAR .
insanlar sonraları bunu şeytanlardan öğrenmişlerdir .En doğrusunu Allah bilir.



KONU İLE İLGİLİ Kur'an-ı Kerim'e bi göz atalım!
Konu ile ilgili Bakara Suresi 102. Ayet
" Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Halbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi."


Ve böylece yahudiler de büyü sanatı öğrendiler.Bu büyü sanatının adı Kabala'dır.
Kabala şeytanın yardımcılarının kandırdığı insanlara şeytanlardan ve cinlerden kalmış bir büyüdür.


Muhakikler (araştırmacılar) Harut ve Marut’un Babil’de -ki burası Irak’ta Fırat nehri üzerinde bulunan bir şehirdir.- dış görünüşleriyle salah ve takva sahibi olarak tanınan ve halka sihir öğreten iki insan oldukları görüşündedirler. İnsanların saf inançları bu iki kişi hakkında öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, onların semadan inmiş iki melek olduklarını ve sihri Allah’tan gelen vahiy ile insanlara öğrettiklerini sanıyorlardı. Bu iki adamın sahtekarlıkları öyle bir dereceye varmıştı ki insanların kendileri hakkındaki saf inançlarını sürdürmelerini sağlamak için kendilerinden sihir öğrenmek isteyen herkese, “Biz bir fitneyiz. Sakın inkar etme”; yani “Kuşkusuz biz imtihan vesilesiyiz; seni deniyor, imtihan ediyoruz ki bununla (sihir öğrenmekle) şükür mü, küfür mü ediyorsun, ortaya çıksın. Biz sana küfre düşmemeni tavsiye ederiz.” diyorlardı.



Bunu; halk, bilgilerininilahi, sanatlarının ise ruhani olduğunu ve aslında iyilik etmekten başka bir maksatları bulunmadığını zannetsinler diye söylüyorlardı. Tıpkı günümüzde de bir takım deccallerin yaptığı gibi. Bunlar da zanlarınca sevgi ve nefret için kendilerine muska yazmayı öğrettikleri kimselere; “Sana evli bir kadını, kocasından başka bir erkeğe yöneltmek için yazmamanı tavsiye ederiz.” Şeklinde evham ve uydurmadan başka bir gerçeği olmayan şeyler söylerler.


Özet olarak bu ayetin manası başından sonuna kadar şu şekilde anlaşılmaktadır:



Yahudiler Kur’an’ı yalanladılar ve ondan yüz çevirdiler. Kur’an’a karşılık Hz. Süleyman ve mülkü hakkında, onların çarpık zihniyetli alimlerinden işittikleri hurafeler ve efsaneleri yaymaya çalıştılar.
Hz. Süleyman (as)’ın küfre girdiğini iddia ettiler. Oysa Hz. Süleyman (as) küfre girmemişti. Fakat onların tabi oldukları şeytanları (önderleri) küfre girdiler ve insanlara sihri öğretmeye ve sihrin Harut ve Marut’a indiğini iddia etmeye başladılar.
O ikisini melek olarak isimlendirmişlerdi. Onlara hiç bir şey indirilmediği halde, insanlara kendilerinin salihlerden oldukları zannını yerleştirdiler.
Halkın, onları iyilik etmekten başka maksatları olmayan ve kendilerini küfürden korumaya çalışan kimseler olduklarını sanmaları için uğraştılar.
O ikisinden öğrendikleri hile ve desiseler, kendilerinin insanlar arasına tefrika sokabileceklerine halkı inandıracak derecedeydi.


Yahudilerin, Süleyman peygamberin emrinde çalışan insan şeytanlara uyarak ona kâfirliği reva gördüklerinin kanıtı ise, Kitab-ı Mukaddes’te bulunmaktadır:
Aslında bu ayet, bağımsız bir ayet olmayıp, Yahudilerin kınandığı Bakara suresinin 97-103. ayetlerinden oluşan bir pasajın parçasıdır.
Bu ayet, bir çok yanlış davranışlarda bulunmuş olan Yahudileri, tüm yanlışlarına ilâveten “Bir de şeytanların (Süleyman peygamberin emri altında gönülsüz olarak çalışan yabancı işçilerin) yalanlarına kandıkları ve o tertemiz peygamberi kâfirlikle suçladıkları için kınamaktadır. Ayetin esas mesajı budur.



Kitab-ı Mukaddes 1. Krallar bölüm 11:

1. Kral Süleyman firavunun kızının yanısıra Moavlı, Ammonlu, Edomlu, Saydalı ve Hititli bir çok yabancı kadın sevdi.

2. Bu kadınlar RAB`bin İsrail halkına, “Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır” dediği uluslardandı. Buna karşın, Süleyman
onlara sevgiyle bağlandı.
3. Süleyman`ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz
cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar.
4. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca
yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini
Tanrısı RAB`be adayan babası Davut gibi yaşamadı.
5. Saydalılar`ın tanrıçası Aştoret`e ve Ammonlular`ın iğrenç
ilahı Molek`e taptı.
6. Böylece RAB`bin gözünde kötü olanı yaptı, RAB`bin yolunda
yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla RAB`bi izlemedi.
7. Yeruşalim`in doğusundaki tepede Moavlılar`ın iğrenç ilahı
Kemoş`a ve Ammonlular`ın iğrenç ilahı Molek`e tapmak için bir yer yaptırdı.
8. İlahlarına buhur yakıp kurban kesen bütün yabancı karıları
için de aynı şeyleri yaptı.
9-10. İsrail`in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, “Başka
ilahlara tapma!” demesine karşın, Süleyman RAB`bin yolundan saptı
ve O`nun buyruğuna uymadı. Bu yüzden RAB Süleyman`a öfkelenerek,
11. “Seninle yaptığım antlaşmaya ve kurallarıma bilerek uymadığın için krallığı elinden alacağım ve görevlilerinden birine vereceğim” dedi,
12. “Ancak baban Davut`un hatırı için, bunu senin yaşadığın sürede değil,
oğlun kral olduktan sonra yapacağım.
13. Ama oğlunun elinden bütün krallığı almayacağım. Kulum Davut`un ve kendi seçtiğim Yeruşalim`in hatırı için oğluna bir oymak bırakacağım.”
Kendi elleriyle yazdıkları uydurma kitaplarından da görüldüğü gibi Yahudiler, Bakara 102. ayette bildirildiği üzere Süleyman peygamberi “o bir kâfirdir” iftirasıyla karalamak isteyen şeytanların oyununa gelerek onun kâfirliğini kabul etmişlerdir ve hâlâ da etmektedirler.

Bu durum, yani Süleyman peygamberin kâfirleştiğine dair ifadelerin Kitab-ı Mukaddes’te yer alması; Yahudilerin, şeytanların iftiralarına inanmaları yanında, Kitab-ı Mukaddes’in Allah kelâmı olmadığını ve Musa peygamberden asırlar sonra uydurulup tertip edilmiş olduğunu da göstermektedir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder