Birinci Zümre (Yakubiler)
Sabatay’ın kaynı Abdullah Yakup’a, yani Josef Kerido’ya bağlanan ve Mustafa Çelebi’nin yaptığı bölünmeden sonra, onunla ayrıimayıp Yakup’a bağlı kalan kırk üç ailelik zümreye “Yakubiler” adı verildiğini yukarıda söylemiştik. Sonraları bir aralık belediye reisliğinde bulunan Hamdi Bey isimli birinin adına nispetle, bu zümreye Hamdi Beyler takımı unvanı da verilmiştir.
Yakubiler, “gözle görünen ibadet ve âdet” hususunda Müslüman ananelerine daha çok riayet ederlerdi ve asıl farkları bu noktada idi.
Yakup, kendine mensup cemaati, zenginler ve zayıflar diye iki gruba bölmüş ve bu suretle toplumsal eşitsizlik üzerine dayanan bir teşkilat meydana getirmiştir.
Bu zümrenin fertleri, asırlarca kendi âleminde, gayet
muhafazakâr bir hayat geçirmiş, ticarete meyil göstermemiştir. Yalnız
içlerinden bir kısmı, memurluğa girmişler ve memur olanlar arasında, sonraları
tersane emini, sürre emini, saray ve şehir kethüdası gibi oldukça yüksek
mevkilere çıkanlar da bulunmuştur.
Yakubiler, yani Hamdi Bey takımı, kıyafetçe de hususiyet taşıyorlardı. Mesela bütün erkekler saçlarını ustura ile tıraş ettirirlerdi, ökçeli ayakkabı giymek yasaktı. Hatta kabilenin reisi, kendini ziyarete gelen mensuplarının ayakkabılarını muayene eder ve içlerinde biraz ökçesi bulunanları balta ile kırarmış.
Bunların garip kıyafetleri, hususi âdetleri ve gizli ayinleri halk arasında ara sıra dikkat çeker ve dedikodu uyandırırdı.
Yakubiler, yani Hamdi Bey takımı, kıyafetçe de hususiyet taşıyorlardı. Mesela bütün erkekler saçlarını ustura ile tıraş ettirirlerdi, ökçeli ayakkabı giymek yasaktı. Hatta kabilenin reisi, kendini ziyarete gelen mensuplarının ayakkabılarını muayene eder ve içlerinde biraz ökçesi bulunanları balta ile kırarmış.
Bunların garip kıyafetleri, hususi âdetleri ve gizli ayinleri halk arasında ara sıra dikkat çeker ve dedikodu uyandırırdı.
Bu kabilenin, izdivaç ile erişilen Sabatayistlik sırrına çok
riayetkâr olduğu, Vatan’m yazı dizisinin şu satırlarından da hissediliyor:
“Zaten kabilenin gizli hayatı, izdivaç edenlere mahsus bir nevi masonluk esrarı mahiyetinde idi. Çocukların terbiyesine hiçbir tesiri yoktu. Tamamıyla Türk, Müslüman terbiyesi görerek büyüyen bir çocuk, etrafında bir esrar perdesi görüp veya mektepteki arkadaşlarından bir şeyler işitip evinde sualler sormaya başladığı zaman, kati surette olumsuz cevap alırdı. ‘Sizin bir reisiniz varmış, gizli âdetleriniz varmış.’ gibi sözler söyleyen bir çocuk, azarlanır, ‘Reis ne demektir? Reis denince mahkeme reisi, belediye reisi anlaşılır. Onlardan başka reis diye bir şey bilmiyoruz. Gizli âdet filan da yoktur.’ tarzında cevaplara maruz kalırdı. İzdivaç eden adam, gizli tarikatın esrarını öğrenir; kabilenin uzvu hâline girerdi. Bu suretle, ayrılık gayrdık hissi, sonradan elde edilmiş geçici bir mahiyette kalırdı.”
Vatan’ın bu yazılarında, izdivaçtan sonra öğrenilen gizli tarikatın esrarı acaba ne idi? Bunun, yukarıda bayramlar vesilesiyle bahsi geçen “kuzu ziyafeti” ve “Dört Gönül Bayramı” meselesiyle alakası olduğu tahmin edilebilir.
“Zaten kabilenin gizli hayatı, izdivaç edenlere mahsus bir nevi masonluk esrarı mahiyetinde idi. Çocukların terbiyesine hiçbir tesiri yoktu. Tamamıyla Türk, Müslüman terbiyesi görerek büyüyen bir çocuk, etrafında bir esrar perdesi görüp veya mektepteki arkadaşlarından bir şeyler işitip evinde sualler sormaya başladığı zaman, kati surette olumsuz cevap alırdı. ‘Sizin bir reisiniz varmış, gizli âdetleriniz varmış.’ gibi sözler söyleyen bir çocuk, azarlanır, ‘Reis ne demektir? Reis denince mahkeme reisi, belediye reisi anlaşılır. Onlardan başka reis diye bir şey bilmiyoruz. Gizli âdet filan da yoktur.’ tarzında cevaplara maruz kalırdı. İzdivaç eden adam, gizli tarikatın esrarını öğrenir; kabilenin uzvu hâline girerdi. Bu suretle, ayrılık gayrdık hissi, sonradan elde edilmiş geçici bir mahiyette kalırdı.”
Vatan’ın bu yazılarında, izdivaçtan sonra öğrenilen gizli tarikatın esrarı acaba ne idi? Bunun, yukarıda bayramlar vesilesiyle bahsi geçen “kuzu ziyafeti” ve “Dört Gönül Bayramı” meselesiyle alakası olduğu tahmin edilebilir.