13 Haziran 2015 Cumartesi
İNGİLTERE İLE KURULAN MUAZZAM BİR SİSTEM : ABD'nin dünya politikasını kontrol eden İngiltere'dir. ABD'de önemli kararlar İngiliz diplomatların kararıyla alınır. Ve onların izni, haberi olmadan adım atmaları mümkün değildir."ABD'yi dünyada etkileyecek tek güçtür Londra. Ve Washington'un da dünyada danışacağı tek ülke İngiltere'dir.
Yahudilerin Stratejileri
D’izrâeli bir gün Avam Kamerasında elinde Kur’an-ı Kerim’i göstererek “ Bunu Türkler’ in elinden almadıkça Osmanlı’yı yıkamayız” dedi. Jön Türkler, Tanzimatçılar, Masonlar, İttihat Terakkiciler ve bilhassa CHP bu isteğin
Binlerce yıllık tarih içinde maalesef Yahudi insanlığın huzurunu, barışını bozacak her türlü fitne, hile ve hatta savaşların, darbe ve iç isyanların sebebi ve itici gücü olmuştur.
Ve daima güçlünün yanında olup kilit noktalarına yerleşmiş, hedefine varmak için başkalarını kullanmıştır.
Ciltlere sığmayan bu konuyu son derece küçük olarak özetlemek istedim.
ALLAHÜ Teâlâ’nın mübarek kitabı KUR’AN-I Azim Şan’ın MÂİDE suresinin 85 nci Ayet-i Kerimesinde meâlen “ İnsanlar içinde, iman edenlere, en şiddetli düşmanlığı gösterenlerin Yahudilerle müşrikler olduklarını….”
Dünya’da barışı önleyen İsrail ve Yahudi lobileridir.
Tamamına yakını Yahudi olan 85 ailenin yıllık geliri, dünyanın yarısı 3,5 milyar insanın yıllık gelirine eşittir.
Asırlar boyunca Yahudiler son büyük hayaller peşindedir.
10 milyon civarında olan Yahudiler “ Dünya Hâkimiyeti” peşindedirler.
Bunu yapacak potansiyel güçleri yoktur. Tarih boyunca Yahudi daima başkasını kullanmıştır ve bu hususta çok mahirdir. Bu meselenin en üzücü tarafı ise Yahudi’ye hizmet edenler Yahudi’ye hizmet ettiklerinin farkında değiller.
Şu anda Bir kısım işbirlikçiler İslâm’a hizmet ettiklerini Türkiye’yi ve Dünya’yı kurtaracağı yalanı ile Yahudi’ye hizmet, Türkiye’ye ve Türkiye’nin şahsında İslâm Dünyasına ve İslâmiyet’e ihanet etmektedirler.
Hiçbir kimse ülkesini kötülemez ve ülkeye zarar vermez.
Tarih boyunca Osmanlıya, Türklere ve İslâmiyet’e en büyük düşman İngilizlerdir.
İngilizlerin bu düşmanlığının temelinde Yahudi vardır.
İngiltere’de bir İngiliz hayatı boyunca 3 defa isim değiştirir. Yahudiler isim değiştirerek İngiltere’nin bütün kadrolarına sızdılar.
İkinci Dünya Savaşına kadar İngiltere süper güç idi. Yahudiler İngiltere’yi kullandılar.
İkinci Dünya Savaşından sonra üzerinde güneş batmayan İngiltere güneş görmeyen ülke oldu.
Yahudiler bu sefer ABD’yi kullanmaya başladılar.
İngiliz AKLI hep perde arkasında kalıp, parsayı toplamaktadır. Tarihten gelen müthiş bir tecrübeleri vardır
Londra'ya bu aklı veren güç ise, Kraliçe'nin akrabaları ve yıllarca Buckhingham Sarayı'nın yaverliğini yapan İngiliz ve ABD Merkez Bankaları'nın PATRONU Rotschild Hanedanı'dır.
Küresel Sermaye, ABD, AB, dünya medyasının tamamına yakını Mısır başta olmak üzere vesayet altındadır. İslâm ülkelerinin yönetimi, Türkiye’deki muhalefet, PKK, sosyal medya ve şirketler, vakıflar, bankalar Siyonizm’in emrindedir.
Bazıları ise kendi menfaatleri için kullanılmaktadır.
Yahudi ile Masonlar ikiz kardeşlerdir. Masonlar (Farmasonlar) Yahudi’nin, Siyonizm’in hizmetkârıdır.
Sadece İngiltere’de 6 bin Mason locası, 400 bin mensubu var idi. (Yıl 1962)
Yahudi D’izrâeli 2 defa İngiltere başbakanı oldu ve lordluk verildi.
D’izrâeli bir gün Avam Kamerasında elinde Kur’an-ı Kerim’i göstererek “ Bunu Türkler’ in elinden almadıkça Osmanlı’yı yıkamayız” dedi. Jön Türkler, Tanzimatçılar, Masonlar, İttihat Terakkiciler ve bilhassa CHP bu isteğini yerine getirdiler.
Şu anda Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi ve Türkiye’nin şahsında İslâm Dünyasını yıkmak işi içerideki işbirlikçilere verilmiştir.
İslâmiyet’in yasaklarını hiçe sayarak meşrulaştırdılar.
İçerideki işbirlikçiler Türkiye’de siyasi, ekonomik ve sosyal kaos peşindedir. İsrail ve ABD adına ihanet içindeler.
Mahşer Günü nasıl hesap verecekler?
Osmanlı’nın İslâmiyet’e hizmeti Eshab-ı Kiramdan sonra gelir. Bugün Osmanlı’dan ayrılanlar rahat yüzü görmediler. Bu felaketlerin sebebi Osmanlı’ya ihanetleridir.
İsrail adına Türkiye’nin siyasi ve buna bağlı ekonomik, sosyal istikrarı bozulmak istenmektedir.
İnsanlık Tarihinde sürgünler, katliamlar, darbeler, feryat ve figanlar, dökülen kanlar, akan gözyaşları, sönmeyen bir ateş, durmayan fitne, entrika, fesat ve ihtilâl, göçler ve soykırımların hepsi İbranilerin, İsrail oğullarının, İsrail’in, İsrail lobilerinin ve Siyonizm’in eseridir. Bütün bu insanlık dışı işler, Yahudi’nin zimmet hanelerinde kayıtlıdır. Yahudi’nin zulmetleri gün ışığına çıkmalıdır. Bu Yahudi düşmanlığı değildir. Dünya barışı için zaruridir.
Yahudi İngiliz tarihine, içtimai ve siyasi hayatına istikamet vermiştir.
Geçmişte İngilizleri kullanan Yahudi şimdi ABD’yi kullanıyor. Ve yakında Çin’i kullanacaktır. Şimdiden ekonomik ve siyasi yatırım yapmaktadır.
İngiltere kraliçesi Victoria (Viktorya) Yahudi D’israeli’ye Lord Beacansfield unvanını verdi.
Bu kişi Primelbund isimli mason locasını kurdu.
ABD Başkanı Franklen Yahudilerin ABD için tehlikeli olduğu beyanatı vardır.
D’israeli devri Yahudilerin altın çağrı olmuştur. Londra’nın şarkı Yahudi mahalleriyle doldu.
D‘israeli İngilizlere şirin görünmek için Yahudi dinini (Museviliği) zahiren sözde terk etmiştir.
Yahudi dönmelerinin müşterek prensibi şudur: “ Bir Yahudi, dönme dahi olsa yine Yahudi kalır. Zira damarlarında akan kan esas olduğuna göre bu prensibe daima sadık kalınır.”
Yahudilerin İngiltere’deki hâkimiyetine karşı çıkan Gladiston 1880 seçimlerinde D’israeli’yi mağlup etti. İngiltere kraliçesi istemeye istemeye D’israeli’den ayrıldı. İngiliz hükümeti Yahudilerin eline geçtiği için halk tepki göstermişti.
Kraliçe Victoria(Viktorya) hamile idi. Doğumu İtalya’da yapacaktı. Londra’nın hahambaşı Doktor Herman Adler acele ve telâş ile başvekili ziyaret etmek istedi. İngiltere’de yazılı anayasa yoktur. Örf ve adet, teamüller, içtihatlar ve asırlar öncesi anlaşmalar vardır. Hahambaşı şayet kraliçe İtalya’da doğum yaparsa doğan İngiltere kral ve kraliçesi olamaz dedi. Durumu incelediler ve alelacele Victoria (Viktorya) İtalya’dan Londra’ya döndü.
D’israeli başbakanlıktan gitti ama hahambaşı kraliçenin sarayını mesken tuttu. Saraya sızan hahambaşı Prens Eduvard’ın kral olmasını sağladı.
Prens Eduvard (Edward) kral olmadan önce Sandrin Ghan şatosunda fevkalade bir hayat sürüyordu. Hiçbir kayıt ve şarta, teşrifat ve etikete tabi değildi.
Prens’in bu şatodaki arkadaşları dönme olmayan Yahudiler idi. Yahudi Sir Anton Rothschild (Roçild) ve kızı, Sir Ernest Cassel ve Baron Hirsch devamlı yanında idi. Bu Yahudilerin aileleri gelecekte Osmanlıyı yıkmakta büyük rol oynadılar.
Halkın üstünde Lordlar vardır. İngiltere’de asilzadelik asilzade olmayanlara da verilir. Ve çoğu Yahudi’dir.
Prens’in, Kral olmadan önce en yakını Yahudi Roçild idi. Bu aile dünyanın en zengin ailesidir.
Ayrıca Yahudi Ernest Cassel, Yahudi Baron Hirsh, Yahudi Samoel Speir, Yahudi Samoel Markus, Yahudi Jozef Filips, Yahudi Artur Kohen ve diğerleri Kral’ın en yakınları idi.
Bunlar Yahudi olarak yaşadılar. Yahudiler için hizmet ettiler.
Kral, Prens iken Macaristan’a av partisine davet edilir ama Yahudi Moris Fon Hirsch davet edilmediği için daveti reddeder.
Prens Eduvard’ı Rus Çarı davet eder. Çar, Yahudilerden nefret ettiği için daveti kabul etmez.
1 Ocak 1901’de Kral ölür ve Prens, Kral olur.
Kral olmadan önce Prensi, mason locasına kayıt edilerek mason (farmason) olur.
Mason locasında acayip kıyafetler içinde şu yemini yaptı:
“Kör bir itaat kendi kanıma karşı olsa da vatandaşlarıma ve en yakınlarıma karşı da olsa itaat, kör bir itaat…”
Mason merasiminde karanlıkta bir şey yatıyor. Üstadı azam “Öldür onu!” diyor. Prens kılıcını saplıyor.
İmtihan bitiyor. Yerdeki yatan insan değil, tüyleri kırpılmış kuzudur. Ama Prens, insan öldürdüğünü zanneder.
Yahudiler Bulgaristan’da devlete sızdılar ve Millet-i Sadıka’yı (sadık milleti) Osmanlıya düşman ettiler.
Ermeniler için de aynı senaryo işlendi. Ermenileri Osmanlıya karşı kışkırttılar.
Yahudiler, Osmanlıyı yıkmak için Birinci Dünya Savaşını çıkardılar.
Hitler Yahudi idi. Yahudi, Yahudi anadan doğan sayılır. Baba Yahudi olsa bile ana Yahudi değilse doğan Yahudi sayılmaz.
1960’lı yılların başında yabancı bir araştırmacı yazar Hitler’e çoğu Amerikalı Yahudi iş adamlarının son derece büyük para yardımı yaptığını vesikalarla açıklıyordu. O eser Türkiye’de ve dış ülkelerde piyasadan kısa sürede toplandı. Toplayan ise Yahudiler idi.
Hitlerin Yahudilerin açıkladığı gibi Hitler milyonlarca değil ama yüzbinlerce Yahudiyi katletti. Bu katliamın arkasında kim vardı? Ama bu katliam Avrupa’daki Yahudilerin Filistin’e göçü için yapıldı. İsrail’in devlet olarak kurulması için nüfusa ihtiyaç vardı.
Yahudi son derece kurnaz ve hilekârdır. Niyetini gizler ama neticeye ulaşır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları insanlık için tarifi mümkün olmayan felaketlerdir. Her iki savaşı çıkaran da Siyonizm (Yahudi) dir.
Birinci Dünya Savaşı Osmanlıyı yıkmak gayesi ile; İkinci Dünya Savaşı ise Filistin’de İsrail’in kurulması için çıkarıldı.
Asırlarca İngiltere devletine tıpkı bu işbirlikçiler gibi sızan Yahudi, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı’nın, İkinci Dünya Savaşı ile İngiltere İmparatorluğunun yıkılmasına sebep oldu.
İngiltere asırlarca Osmanlının, İslâmiyet’in ve Türklerin en büyük düşmanı oldu. İngilizlerin bu düşmanlığının kaynağı nedir? İngiliz Sarayından, Avam Kamarasına, bürokrasiye, medyaya sızan Yahudi bir nevi İngiltere’yi işgal etmiştir.
Yahudi, Osmanlı, İslâmiyet ve Türk düşmanlığında İngiltere’yi kullanmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra Yahudi ABD’ni medya, lobiler, bankalar, üniversite, bürokrasi, Pentagon, Kongreyi, Neo Conlar ve bazı kiliseleri işgal etmiştir. ABD’yi ise yakın gelecekte Yahudi yıkacaktır. Ömrü olan bunu görecektir. (İNŞAALLAH)
Yahudi, Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde “irtica” yaygarası çıkarırlar ama dünyada 2 din devleti vardır. İsrail ve Vatikan’dır.
Dönmelerin bir Yahudi ayrıca o ülke ismi vardır. Mezarları ayrıdır. Her ülkede fesat, fitne, entrika kaynağıdır. Ülke dışı ile irtibatlıdırlar.
1908 Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki felaketlerin arkasında Yahudiler vardır.
İngiltere’de Yahudilerin vatandaşlığa kabul kanunundan sonra Lord, Baron ve Kont olmuş. Avam Kamarasına girmiş, köprübaşlarını işgal etmiş, bütün haklara sahip olmanın ötesinde İngiltere’nin en zengin zümresi olmuştur.
Fransa ve Almanya’da hükümdar ailelerine karşı tepki ve 1848 ihtilâllerini Yahudi çıkardı. İngiltere hariç tahtları deviren güçlerin arkasında Yahudi vardır.
Fransa ihtilalinin mimarı da Yahudilerdir. Onların vazifesi ülkeleri ve dünyayı Yahudi’nin dünya hâkimiyeti için karıştırmaktır. Akan gözyaşı ve dökülen kanlar onları sevindirir.
İngiliz Parlamentosuna giren Yahudilerin dinlerinin muhafaza için Parlamento’da yapılan “yemin” 22 Mart 1857 yılında 149 muhalif ve 297 kabul reyi (oyu) ile Yahudiler için değiştirildi.
Mason localarına siyasiler, bankacılar, iş adamları, din adamları, ilim adamları üye oldular. Mason locaları Yahudi’nin emrindedir.
Türkiye’de masonların rolü Osmanlı ve Cumhuriyet devrinde çok önemli makamlarda idi.
Ak Parti iktidarına kadar Cumhuriyet tarihinde dışişleri bakanlarının çoğu “mason” idi. Cumhurbaşkanlarında da bazıları mason idi. Bakan sayısı ise sayılamayacak kadar fazladır.
Tanzimat’tan 1923’e kadar Osmanlı üst düzey bürokratları, vezir ve sadrazamların bazısı mason idi. Azda olsa Şeyhülislâm masonlar da vardır.
CHP iktidarı devrinde devletin kilit noktaları mason ve dönmelerin işgali altında idi.
“İskoç locasına bağlı bütün ecnebi mason muhaliflerini zehirlerini hep İngiltere’den alıp etrafa dağıtırlar.”
ABD’de doları bir Yahudi bankası basmaktadır. Kenndy başkan olunca bu işi merkez bankasına verdi. Yahudi lobisi ve Teksas cuntası Kenndy’i suikast ile Dallas’ta ( Teksas) katletti.
Kenndy’in yardımcısı ve Teksas cuntası üyesi olan Johnson’un başkan olunca ilk icraatı dolar basımını Yahudi bankasına vermek oldu.
1970 başlarına kadar bankaya giden doların değeri kadar altın alıyordu. Şimdi ise bu uygulanmıyor. Çünkü dolar karşılıksız.
Geçmişte ABD başkanlık seçiminde seçim kampanyasında bir başkan adayının itirafı şöyledir: “Yahudi lobisini karşısına alan siyasi hayatını intihar etmiş olur.”
ABD’nin 1 (bir) doları aslında Yahudi’nin parasıdır. Bir dolarda 8 sembol 8 sırrı ifade eder.
1. “ Büyük Mühür” Siyonizm’in şifresidir. ( The Great Seal)
2. “ Çağların Yeni Düzeni Yahudilerin Dünyaya Hâkimiyeti (Novus Ordo Seclorum )
3. “Beş Köşeli Yıldız” İsrail bayrağında bulunan ünlü “DAVUT (A.S) Yıldızını temsil eder. “Dolar Yahudi parasıdır işaretidir.”
4. “ ÜÇGEN masonik bir sembol olup KABBALAYA dayanmaktadır.” (putperestlik ve para severlik alametidir.)
5. “ONÜÇ BASAMAKLI PİRAMİT” (13 fonksiyonlu dünya devleti olan masonizmin örgütlenme kademeleridir.)
6. “GÖZ” Tevrat kaynaklı olup her şeyi gözetleyen “ Derin Dünya Devleti’nin” merkezidir.
7. “1377 Masonlar köklerini tapınak Şövalyelerine dayandığından, kendilerinin 700 yıllık bir geleneğin mirasçıları kabul etmektedirler. Buradaki sır be şifre Siyonistler şeytani amaçlarına savaş ve terörle gidecektir.
8. “ANNUIT COEPTIS” Latince bir kelimedir ve manası; “ Bizim meselemiz plan ve başarıyla tamamlanacaktır.” Siyonist Yahudilere moral ve ümit vermek için. Bir dolar Siyonist sermayenin sömürü belgesidir.
Yahudi’nin asırlarca stratejisi güçlü devletlerin etrafında dolanır ve bunların içine sızarlar. Osmanlı ve İngiltere şimdi ise ABD ve yakında Çin.
Yahudi’nin hâkim olduğu ABD, 2006 yılında ABD dışındaki ülkelerin medyasını kullanmak için 400 milyon dolar harcadı.
“Yeryüzünü adeta bir ( kan okyanusu) haline dönüştüren Amerika ( kin ve nefret tohumları) üzerine inşa ettiği küresel saltanatını devam ettirebilmek için 400 milyon dolar ödenek ayırdığı işbirlikçi medyayı ( beyin yıkama) aracı olarak kullanıyor.
Son birkaç asır çıkan savaşları İngiltere, Yahudi çıkarmıştır.
Çarlık Rusya’sını yıkan Yahudi’dir. Komünist ihtilalinin lideri Troçki, Lenin, Stalin Yahudi kanı taşıyordu. İlk kurulan bakanlar kurulunda, bakanların çoğu Yahudi idi.
Yahudi (Siyonizm) son derece tehlikelidir. 31 Mart Vakası onun pisliğidir. Osmanlıyı yıkan o’dur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşını çıkaran da o’dur.
Filistin’de devlet kuran Yahudi bu imkânı İngiliz hariciye vekili Balfour’un 17 Kasım 1917 tarihli beyannamesinden sonra elde etmiştir. Filistin’e haksız zulüm ve işkence ile yerleşen Yahudi’nin gözü “Nil’den Fırat’a büyük İsrail” ve “ Yahudi’nin Dünya Hâkimiyeti”. Güçlü Yahudi Devleti hedefinin önünde en büyük engel Türkiye’dir.
Türk ve Kürdün kardeşçe yaşaması İsrail’in hedeflerini bozar. Aslında Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan projelerinin arkasında İsrail ve ABD vardır. Her ikisi de Büyük İsrail hedefine giden yolda ara hedeflerdir.
Çözüm Süreci başarılı olursa, Güneydoğu tarım, turizm ve sanayi ile Türkiye’nin en zengin ve halkın refah seviyesi Marmara ve Ege’den fazla olur. Refah seviyesi son derece yüksek olan bu bölgenin gençleri dağlarda terörist olmaz. Dünya nimetlerini ayağı ile itmez.
Birkaç yıl önce İsrail’de bir gazete yazarının görüşü beni hayrete düşürdü. İsrailli yazara göre dünyada 2 Yahudi devleti vardır. Büyük Yahudi devleti Türkiye, küçük ise İsrail’dir. Ve yazara göre 1923’ten bu yana Büyük Yahudi olan Türkiye giderek Büyük Türkiye haline dönüşmektedir.
Osmanlı ulu bir çınar idi. Jön Türkler, Tanzimatçılar, İttihat terakki bunların içine sızan masonlar ve Yahudiler Türklerin maddi gücünü imha ettiler. CHP ise manevi gücünü imha etti. Ulu çınar salondaki Japon ağacına dönüştü.
Menderes bu Çınar’ın tohumunu ekti, idam edildi.
Bir dahi olan ama kadrosu güçsüz olan Özal bu tohumu filiz haline getirdi. Küresel sermaye ve faiz lobisinin uşağı medya O’nu önce yıprattılar ve sonra zehirlediler.
Erdoğan bu filizi fidan haline getirdi. Ve 1699 Karlofça Antlaşmasından 2008 yılına kadar iç ve dış vesayet altında olan Türkiye ilk defa bağımsız oldu.
İçerideki muhalefet eden işbirlikçilerin ( Yahudi ) için ülkeye ihanet ettiği inkârı mümkün olmayan bir gerçektir.
Muhalefet, bazı sermaye ve diğerleri önlerine konan hedeflere ulaşmak için, Yahudi’ye dolaylı olarak hizmet ediyorlar.
Geçmişte yaşananların bir şahidi olarak Menderes’e, Özal’a yapılan iftiralar, hakaretler ve itibarını düşürmek gibi her türlü faaliyetler yapılmaktadır.
Onlara göre suçu Tüp Geçit yapılmasına vasıta oldu. ALLAHü Teâlâ’nın ihsanı ile 2 tüp geçit yolda. İstanbul Kanalı, dünyanın en büyük havaalanı ile Frankfurt, Londra ve Paris havaalanlarını ikinci kümeye düşecektir. AB kriz içinde kıvranırken Türkiye’de kriz yoktur. Halkın milli iradesine saygılı, darbe mahsulü 1982 Anayasası yerine demokratik bir anayasa istemektedir. Ekonomi gelişiyor. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda gelişmeler var. Halkın efendisi değil hizmetkârıdır. Ve 1923’ten bu yana ilk defa Türkiye, Türkiye dışındaki ülke ve meselelerle ilgilenmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ( Beşli Çeteye) ABD, İsrail ve AB’nin çifte standardına karşı sesini çıkaran tek İslâm ülkesidir. Türk- Kürt, Sünni- Alevi, Dindar- Laik hepsinin huzur ve refah içinde yaşamasını istiyor. İç ve dış güçlere göre bunlar ve benzeri onlara göre suçtur.
“ Ya Yahudi’yi tanıyacağız ya da o’nun zulmüne maruz kalacağız”
Siyonizm ırkçı ve sömürgeci bir ideolojidir.
“ İslâmiyet ırklar arasında en ufak bir ayırım yapmadığı gibi, farklı inançlardaki insanlarında aynı toplum yapısı altında barış ve huzur içinde yaşamalarını teşvik eder.”
Siyonistlere göre “ Filistinliler iki ayaklı hayvanlardır.”
Büyük Ortadoğu Projesi (Planı) İslâm ülkelerini bölme projesidir. Irak 3’e, Suriye 4’e bölünecek, ( Irak- Suriye- İran- Türkiye’den) çalınacak arazilerle Büyük İsrail Planın ana hedefi için Kürdistan kurulması. (Türkiye- Azerbaycan- İran’dan) çalınacak arazilerle Ermenistan, Pakistan’da Doğu Pakistan’ı bölerek Bangladeş devletini kuran güçler bu sefer Pakistan’da Balochistan devleti kurmak başlıca hedeftir.
Bilderbeg Örgütünün kurucusu ünlü iş adamı “ Rockfelller” dir. Dünyayı yöneten gizli örgüt bir nevi “ Gizli Dünya Hükümeti”dir. Toplantıda konuşulanlar ve alınan kararlar gizlidir. O yıl içinde darbeler, iktidar değişimi, savaşlar gibi kararlar alınır. Mesut Yılmaz bu örgüte katıldı ve partisinin genel başkanı oldu. Erdal İnönü, Demirel katılanlar arasındadır. Yahudi’nin emrinde masonik bir örgüttür. Görünmeyen iktidarın Dış İlişkiler Konseyinin bir bölümüdür. CIA ve MOSSAD ile çok yakın ilişkisi vardır.
İsrail sınırları daima tek taraflı yani kendisi çiziyor.
Tarihi bir gerçek kanlı Mora isyanını masonlar çıkardı. Yunanistan’ın bağımsızlığı mason biraderlerin eseridir.
“ Şu andaki şartlar Türkiye’yi bir kere daha tarihi misyonunu yerine getirmeye zorluyor.” Evet başta İsrail ve ABD ve diğerleri bunu önlemeye çalışıyor.
“ İsrael Şamir bir Rus Yahudisi. Filistin topraklarına giderek Yafa kentine yerleşmiş gazeteci, yazar. Tel Aviv’de bir rüya gördüğünü nakleder. Savaş elbiselerini giymiş bir meleğin (Ona göre)karşı duvara 3 kelime yazdığını görmüş. (Mene, Tekel, Ufarsin) yani imtihandan geçtiniz ve kaybettiniz! Şamir şöyle yorumlamış; “Ya Ninova halkı gibi tevbe edip kurtulacağız, ya da Sadom kenti ahalisi gibi helak edileceğiz” diyor.
Siyonizmin görüşü ise: “ Hasım (düşman) yalnızca yenilgiye uğratılmakla kalmamalı iyice ezilmelidir ki Yeni Dünya Düzeninin dersi öğretilsin. Patron biziz, sizin göreviniz ise pabuçlarımızın (ayakkabılarımızı) parlatmaktır.”
Mason Locaları, Bilderberg, Rotary, Lions, B’nai B’rith ve diğerleri Siyonizm’in emrindedir.
Yahudi (Siyonizm) ve İsrail asla küçümsenmemeli ama tedbirler alınmalıdır.
“ Korkaklıkta ar ve zillet, ileri atılmakta şeref ve izzet vardır !”
Siyonizm’in stratejisi savaş, terör, iç savaştır. Barış ise asla
Muhalefet barış ve huzura zarar verebilir. Hiç iktidar olamama düşüncesi ile akıllar devre dışı kalabilir. Ve istemeyerekte olsa İsrail ve ABD’nin oyununa hizmet edebilirler.
Masonlar kendilerini şöyle savunurlar: “ Mason locaları düşünce mabetleridir.”
Osmanlının yıkılışında hadiselerin perde arkasını incelediğimizde ise : “ Mason locaları aynı zamanda kadro yetiştirip, ihtilal örgütleyip, Batılı devletlerin desteğiyle devlet kuran merkezlerdir.” Bunu misalleri çoktur.
“ Mora İsyanı Türk- Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu isyandan sonra başta İngiltere olmak üzere Batılı Devletler Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğüne karşı açık bir siyaset yürütmeye başladılar. İsyandan sonra başta İngiltere ve Çarlık Rusya’sı olmak üzere Avrupa’nın desteğiyle eski Yunanlılarla kan bağı olmayan Yunanistan adında bir devlet kurdurlar. Ve bu devlet ilerleyen yıllarda Türk- Osmanlı toprağını sınırlarına katarak büyüdü…”
“ Hıristiyan âlemi tümüyle kardeş sayarak (Buonu Kuzinos) Kardeşlik Birliği adlı örgüt kuruldu.
İstanbul Rum Patriği Grigorios V. Mora İsyanını desteklediği için suçlu bulundu. Sadrazam Benderli Ali Paşa’nın Patrikhane’ye yaptığı baskında şu belgelerin bulunduğu belirtilir:
“ Moralı asi kaptanlara yazılan mektuplar
İstanbul’daki hazırlıklar için verilen bilgiler
Dış İşleri Bakanlığı’nın maiyetinde çalışan Fenerli Rum Beylerinden alınan Devlet’in gizli hazırlıkları
İngiliz ve Fransız elçiliklerinden edinilen bilgiler, özellikle Rusya’daki safhaları
Odesa’daki Filiki Eteryan merkezinden silahlar
Dünya Ortodoks âlemine yazılan beyannameler ve yardım makbuzları”
Patrik asıldı, Mora isyanı durdurulamadı.
15 Ocak 1822’de bağımsızlık ilan edildi.
Menfaatleri gereği birbirine düşman olan İngiliz, Rus ve Fransız donanmaları Osmanlı Donanmasını ( Navarin)’ de imha ettiler. Navarin faciası 20 Ekim 1827
Rusya 24 Nisan 1828’de Osmanlıya savaş açtı. 14 Eylül 1929 Edirne Barışı ile sona erdi. 24 Eylül 1829’da Yunanistan diye sanal bir devlet ortaya çıktı.
Yunanistan Mason Büyük Locası’na göre; Filiki Eterya’yı masonlar kurdu ve Osmanlının parçalanmasında, Yunanistan’ın kurulmasında kiliseyle birlikte mason locaları da büyük rol aldı.
Yunanistan Büyük Mason Locası’nın yayın organı Pisagor Dergisi’nin Temmuz- Aralık 1990 tarihli 32 ve 33uncü sayılarında masonların Yunanistan’ın kurulmasında ve Osmanlı’nın parçalanmasında faaliyetleri anlatılır.
Osmanlı’dan ilk parça Yunanistan’dır.
Bazı Yunanlı tarihçilere göre Anadolu’dan Yunanistan’a mübadele ile giden Rumlar ile Mora Adasındaki Rumlar altın çağını Osmanlı Devrinde yaşamıştır.
Dünyadaki bütün ülkeler içinde gelişmekte olan ülkelere en fazla yardım yapan üçüncü ülkedir.
Türkiye’de 2 milyon Suriyeliyi bağrına basan Türkiye 5,5 milyar dolar harcamıştır. Dışardan gelen yardım sadece 250 milyon dolardır.
T.G. Djuvara (Romen Devlet Adamı, Diplomat) yazdığı eserde Türkiye’yi (Osmanlıyı) parçalamak için 100 planı belgelerle açıklamaktadır. Bu eseri Osmanlı Mebusan Meclisi azası Emir Şekip tercüme etmiş ve bugünkü harflere göre Yakup Üstün tercüme ederek 1979 tarihinde Damla Yayınevi basmıştır. Arapça eserden Fransızca aslı ile karşılaştırılarak tercüme edilmiştir.
Bu gün ise çok sayıda Türkiye’yi bölmek için yasadışı örgütler vardır. Bunlar içinde en şerlisi ise MOSSAD ve CIA emrindeki malum yapıdır.
Başbakan Davutoğlu’nun açıklamalarına göre seçimdeki hezimetlerini hisseden CHP ve ülkeyi bölmek isteyen işbirlikçiler PKK ile görüşmektedir.
65 yıldır iktidar olamayan ve olması da mümkün görülmeyen CHP ülkenin aleyhine her türlü çılgınlığı yapabilir.
Türkiye’yi yıkmak için Yahudi, Hıristiyan, Putperest ve ateist ittifak içindedir. Malum yapı ise ise bunların maşası, taşeronu ve uşağıdır.
Geçmişte Tevfik Fikret;
“ Yırtılır ey kitab-ı köhne (!) yarın
Medfen-i fikr olan sahifelerin”
Diyerek Kur’an-ı Kerim’in sahifelerinin yırtılacağını söylüyordu.
CHP daha kötüsünü söyledi ve 1000 yıllık Türk- İslâm Medeniyetini yıktı. “ Mahşerde her helalin hesabı ve her haramın azabı vardır.” Türk-İslâm Medeniyetini yıkanlar, geçmişte ve şu anda ve gelecekte destekleyeceklere ise elbette hesabı sorulacaktır”
Batıyı taklid, muasır medeniyet, çağdaş olmak bunlar sadece kılıftır.
Batının iç yüzünü binlerce delil ile göstere bilinir. Ben sadece birkaç misal vereceğim.
Bir İtalyan marşının birkaç mısrası şöyledir:
“ Anne duanı et, ağlama bilâkis gül ve düşün. İtalya beni çağırıyor, Trablus’a neşe içinde gidiyorum. Mel’un milleti (Türkleri), ezmek, İslâm dini ile savaşmak için gidiyorum.
Kur’an-ı mahvetmek için bütün gücümle savaşacağım…
Biri sana çocuğun için neden yas tutmadığını sorarsa (O İslâm dini ile savaşırken öldüğü içindir) de! “
İngiliz Generali Nelson Kral Edward’a yazdığı mektupta şöyle diyor: “ Ayaklanan Müslümanları yakmakta veya diri diri derilerini yüzmekte bizi serbest bırakacak kanunlar çıkartmalıyız. Çünkü içimizde yanan intikam ateşi yalnız idam etmekle sönmüyor.”
İki defa başbakan olan Yahudi asıllı D’israile (Gladstone) Avam Kamarasında kürsüde şöyle diyor: “ Kur’an yeryüzünden kaldırılmalı, Müslümanların elinden alınmalı ve Avrupa Müslümanlardan temizlenmeli.” Ve bu Yahudi’nin istediğini Jön Türkler, Tanzimatçılar, İttihat Terakki ve CHP yerine getirdi. Yahudi başkasını asırlarca kullanmıştır. Kullanılan kime ve neye hizmet ettiğini bilmeden ve tıpkı bugünkü malum yapı Yahudi’ye hizmet ettiğinin farkında değildir.
Lord Salisbury ise; “ Hilâl haçtan ne aldıysa geri verilmeli, aksi olmamalı.”
Haçlı Ruhu asla sönmemiştir. Zaman ve şartlara göre sadece şekil değiştirmiştir.
Kur’an-ı Kerime hakaret eden Tevfik Fikret’in oğlu Haluk papaz olarak öldü.
Osmanlı “ Nizam-ı âlem” idealine sahipti. 1923-1950 CHP iktidarı halkı “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sloganı ile uyuttu.
“ İslâmiyet zuhur ettiği günden bu yana âdeta Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin ufkunu kapatmıştır. Kişilere ve milletlere kazandırdığı köklü dinamizm ile ruhlarda ve kafalarda derin inkılâplar yapmaz yeni bir nizam yeni bir kültür, yeni bir ilmî anlayış ve yeni bir medeniyet doğmasına sebep olmuştur. Bu ilahî nuru karartmak isteyen çeşitli Haçlı teşebbüslerinin karşısına 9 asır Türk sultanları çıkmıştır.
Yetiştirdiğimiz nesillere bütün Türk Hükümdarlarının ve Hakanlarının gayretinin küffarın heveslerini kursağında bırakmak olduğunu,
Hepsinin “ İlây-ı Kelimetullah” gibi yüce bir idealin peşinde koştuğunu,
İslâm ile büyüyüp yüceldiğimizi, her başarının iman gücü ile olduğunu,
Ecdadımızın kuru ve boş bir cihangirlik davasında olmadıklarını, (Hilal- Salip) kavgasının bir zihniyet ve medeniyet kavgası olduğunu Jön Türkler, Tanzimatçılar, İttihat Terakki ve CHP unutturdular.
Nesiller cahil, idealsiz, nefsine düşkün, kendi kimliklerine, mazisine, dinine ve medeniyetine düşman yetiştirdiler.
Çok azda olsa milli kimliğimize dönüş olmaya başlandığı için iktidara düşmanlar.
Korkuları yeniden Türkiye bölgede güce, dünyada nizâm-ı âlem idealini Batı’dan alır endişesidir.
Batı Medeniyetinin potasında eriyip, milli ve manevi değerlerinden kopmuş sözde aydınlar kendi devletine, padişahına, Halifesine, Balkanlı komitacılarla, çetelerle, Siyonist Yahudilerle birlikte küfürler ve hakaretler savuruyorlardı.
Batıcıların, Yahudi’nin, komitacıların bir gayesi vardı. Bizimkiler ise sadece alet idi. Bugünkü işbirlikçiler gibi vasıta olarak kullanılıyorlardı.
Dün Batılılar ve Yahudi koca bir imparatorluğu yıkıp, bölüşmek için Haç’ın karşısındaki en büyük engeli ortadan kaldırmak gayesi ile bu faaliyeti güdüyorlardı. Bugün de, bu gayeyi bırakmış değiller. İçerideki işbirlikçiler, PKK, muhalefeti kullanıyorlar. Bunca Batılılaşma gayretlerine, Batıya yamanmalarına ve maymun taklitçiliğe bizi biz yapan değerlerden çok şey feda etmemize rağmen Batının ve Yahudi’nin gayesi değişmemiştir. Sadece üslubu, taktiği değişmiştir.
Dünya Yahudiliğinin (Siyonizm’in) köprübaşı İngiltere’dir.
Çeşitli millet ve dinden olan mason locaları ise en büyük güçleridir.
Yahudi Montague Lloyd George’un muavini ve petrol kralıdır.
Kral Albert Edward talebe iken mason locasına katıldı. Prens iken 33 üncü (son derece) verildi.
İngiltere mason localarının resmi organı “ Freemasons Cronicle” , “ İngiltere’nin azameti masonların yani Yahudilerin eseridir.”
Defalarca Londra Belediye Reisi Yahudi oldular. Yalnız bu değil İngiliz Başsavcısı, Hong Kong Umumi Valisi, Avusturalya Baş Savcısı, Güney Afrika Başkenti Valisi Yahudi idi. ( Yedinci Edward)
Basel şehrinde Siyonist Kongresinde şu karar alındı. “ Türk İmparatorluğunu parçalamadıkça Filistin’i elde etmek, İsrail devletini kurmak mümkün değildir.”
Siyonizm bu hedefine ulaşmak için önünde en büyük engel Sultan İkinci Abdülhamid Han idi. Sözde aydın Türk- Osmanlı- Sultan- Hilâfet düşmanı bu kişiler ilk işleri Sultanın itibarını düşürmek olmuştur. Aynı metod Menderes, Özal ve Erdoğan’a yapılmıştır.
M.Necati Özfatura/Türkiye Gazetesi
10 Haziran 2015 Çarşamba
SERMAYESİZ ZENGİN OLMANIN YOLLARI : F A İ Z T U Z A Ğ I / BEREKET ADASI : Mevcut ekonomik problemlerin ilki elinizdeki “Faiz Tuzağı”dır. Problemleri net olarak tanımlamak ve göstermek çözümlerin ilk adımıdır. Çünkü sorunların net olarak görülebilmesi, çözümlerin de kavranabilmesine yardımcı olur. Aksi takdirde, çözümün nedeni dahi tartışılır hale gelebilir ve insanlar çözümün eleştirilerini gerçek problemlerden habersiz yaparak komik ve bilgisiz duruma düşebilirler.
Bu çalışma, Prof. Dr. Mete Gündoğan hocanın “Faiz Tuzağı” adlı kitabı temel alınarak hazırlanmıştır. Hiçbir ticari hedefi yoktur. Konu ve anlam bütünlüğü bozulmadan, ticari olmamak kaydıyla kopyalanabilir, çoğaltılabilir ve dağıtılabilir.
Faiz Tuzağı
Daha önce Faiz Tuzağı kitabından esinlenerek yazdığımız Issız Ada Hikayesinin orijinali video olarak çıkmıştır. Okuyucularımıza tavsiye ederiz.
2. BATAN GEMİDEN KURTULANLAR
“Five Star”, okyanusta beklenmedik bir fırtınaya tutulur. Fırtına gittikçe şiddetlenir, dalgalar büyüdükçe büyür ve neticede deniz koca gemiyi yutar.
Sadece beş kişi kurtulmuştur. Küçük bir sandal ve birkaç parça eşya ile bitkin bir şekilde bir adaya ulaşırlar.
3. BOLLUK VE BEREKET ADASI
İyice kendilerine geldikten sonra ilk işleri uygarlıktan çok uzak olan bu adayı keşfe çıkmak olur.
Keşif neticesinde moralleri epey düzelir. Çünkü ada, adeta bir bolluk ve bereket adasıdır. Allah’ın lütfu ile her türlü doğal kaynak ve zenginlik vardır.
4.GERÇEK ZENGİNLİK
Hep birlikte çalışırlar. Yollar, çevre düzenlemesi ve bahçeler derken yavaş yavaş adaya yerleşmeye başlarlar.
Herkes çalışır, üretir, tüketir. Aralarındaki alışverişi takas yoluyla düzenlerler.
5. TEKNİK BİR PROBLEM
Ancak takasın, yani malın diğer bir mal ile değiştirilmesinin uygun olmayan birçok yönü vardır. Böyle durumda ise işler iyice karışmaktadır. Refahın nasıl üretileceğini bilirler ama onun bir sembolü olan paranın nasıl üretileceği ve sisteminin nasıl işletileceği konusu onların bilgisi dışındadır.
Kendi kendilerine hep;
- “Ah keşke içimizden biri bu işten anlasaydı, bir bankacı olsaydı mesela, ne iyi olurdu”
diye hayıflanıp dururlar.
6. DIŞARIDAN GELEN BİR KONUK
Bir gün sahilde, uzaktan küçük bir kayığın kendilerine doğru gelmekte olduğunu görürler. Kayıkta Zalımon isminde bitkin bir insan vardır.
Zalımon’un gemisi batmış sadece kendisi kurtulabilmiştir. Yanında da,
- “ Sadece özel eşyalarım var” dediği kapalı bir sandık vardır.
Ada sakinleri de ona kendi başlarından geçenleri ve yaptıklarını anlatırlar.
Zalımon onlara,
- “Ben finansörüm, memleketimde bir banka işletiyordum”
“Hakikaten çok şanslıymışsınız. Benim özel eşyalarımın bulunduğu şu sandıkta altın ve kağıt – kalem var”
der ve bunların da bir para sistemi yerleştirmek için yeterli olduğunu söyler.
7. SİSTEM YERLEŞİYOR
(TUZAK KURULUYOR)
Elbirliği ile, Zalımon’a hemen işlerini yürütecek bir ofis yaparlar.
Ada sakinleri Zalımon ile birlikte bir hesap yaparak adadaki ticaretin yaklaşık 1000 lira ile yürütülebileceğine karar verirler. Zalımon da Hiç vakit kaybetmeden kişi başı 200 lira hazırlar.
8. PARANIN GERÇEK SAHİBİ KİM?
Zalımon ada sakinlerini toplayarak;
- “Arkadaşlar bu para altını temsil eder. Altının sahibi de ben olduğuma göre, bu para benim paramdır. Lakin bu parayı hesapladığımız gibi 200’er lira olarak size borç vereceğim. Sizler onu istediğiniz gibi kullanacaksınız. Bu kullanım karşılığında paranın kirası (payı) olarak bana yıllık % 7 faiz vereceksiniz.” der.
9. ADA EKONOMİSİ CANLANIYOR
10. BU HESAP YANLIŞ:NASIL OLDU DA FARKEDEMEDİK!
Para ile birlikte adadaki ekonomi canlanır ama çok uzun sürmez. Yıl sonu yaklaşırken bazı suratlar asılmaya başlamıştır! Mesela Sadullah’ın işleri iyi gitmemiştir. Yıl sonunda 200 lirayı 14 lira faizi ile birlikte geri vermesi gerekmektedir. Halbuki bu kadar parası yoktur.
Bu para sistemi ile ilgili bir terslik hisseder. Kendi hesabı başkalarının hesabı derken, olayı bir bütün olarak düşünmeye başlar. Bütün rakamları önüne koyduğunda, birden, çok enteresan bir şey fark eder. Heyecanla, “tabi yaa, işte bu” diye haykırır. İçinde bulundukları para sistemi yanlış bir matematiğe oturtulmuştur. Rakamları alt alta yazdığında olay gayet net olarak görülür;
Şahıslar Zalımon’un Verdiği Para Ödenecek Faiz (%7) Toplam Geri İstenen Miktar
Haydar 200 14 214
Selehattin 200 14 214
Kemal 200 14 214
Meryem 200 14 214
Sadullah 200 14 214
Genel Toplam 1000 70 1070
1070 – 1000 = 70 ???!
Zalımon herkese 200 lira vermiş ve % 7 faiz istemektedir. Sadullah 214 lirayı denkleştirememişti ama içlerinden birileri denkleştirebilirdi.
Esas problem şudur: Zalımon sisteme toplam 1000 lira vermiş ve geriye 1070 lira istemektedir. Tüm ada sakinleri sahip oldukları paranın hepsini geri verseler 1000 lira yapar. 70 lira her halükarda eksik kalacaktır. Adadaki toplam para olan 1000 lira, kendi kendine 1070 lira olmaz.
Hemen hep birlikte Zalımon’a gider ve durumu izah ederler.
O da,
- “Dostlarım görüyorum ki “214 lirayı geri vermemiz imkansız” diye bir hesap hatasından bahsediyorsunuz. Ama ben sizden ana parayı geri istemiyorum ki! Kişi başına düşen 14 liralık faiz borcunuzu ödeyin yeter. Mevcut durumda herkes bunu kolaylıkla öder herhalde!” diyerek onları ikna eder.
11. KAOS ADASI
Zalımon düzenli olarak faizlerini alır. Her geçen gün, faizlere verilmek üzere, piyasadan para çekilmektedir.
Her şey pahalılaşır ve adada hayat çekilmez olur.
Ada halkı tekrar bir araya gelerek bankerleri Zalımon ile bu konuyu bir kez daha görüşmeye karar verirler.
12. TAZE PARA: BORÇ
Çözümün yine bu sistemde yattığını söyleyen Zalımon;
- “Meraklanmayın bende varolan altın daha fazla para basmaya yeterlidir. Madem para yok, parasız kaldık, sana borç, faiz ödeye ödeye paraları bitireceğiz diyorsunuz, o halde size tekrar 200’er lira hazırlayıp vereyim” der.
Ada sakinlerinin “bu da yeni bir borç olacak” diye kızmalarına karşılık Zalımon;
-“Elbette, yıllar geçtikçe borcunuz artacak ama aynı zamanda çok çalışmanız neticesinde gelirleriniz de artmış olacak. Siz, gelirleriniz ile borcunuzu yöneteceksiniz” der.
13. BASIN YAYIN KONTROLÜ VE İÇ HUZURSUZLUK
Zalımon ada sakinlerinin tavır ve davranışlarından, tartışmalarından, ne tür görüşlere sahip olduklarını anlar.
Vakit kaybetmeden, biri “Liberal” diğeri “Muhafazakar” isimli iki gazete çıkarır.
Ada sakinlerinden her biri zamanla kendi düşüncelerine uygun olan bu gazetelerden almaya veya katkıda bulunmaya başlar. Böylece hem kültürel gelişmelerini pekiştirirler hem de içinde bulundukları sıkıntıların nasıl çözüleceği konusunda bilgilenirler! Arada bir, birbirlerinin fikirlerini de gazetelerinde acımasızca eleştirirler.
14. BORCA DAYALI PARA SİSTEMİ
Sadullah, kurulduğundan beri bu para sistemindeki gariplikleri takip edip olayın ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Bu durum, rüyalarında bile kendisini meşgul eder.
- “Ne bekliyorduk, ne oldu. Ürettiğimiz mal ve hizmetleri takas ederken yaşadığımız zorlukları ortadan kaldıracak bir ölçü aracı arıyorduk, daha sıkıntılı bir duruma düştük. Halbuki olması gereken, sistemdeki paranın üretilen mal ve hizmetleri temsil etmesiydi o kadar. Ama şu andaki para Zalımon’un altınlarını temsil ediyor.”
- “Ölçü ?! Mal?! Para?!, Evet, evet işte bu. Yanlışlık burada!”
Diyerek heyecanla çalışmasını sürdürür,
- “Para, sahip olunan zenginliğin ölçüsü ve değişim aracıdır. Para, bir semboldür, mal değildir.”
- “Faiz. Sistemdeki parayı mal haline getiriyor. Çünkü faiz, sistemdeki paranın asıl fonksiyonunu yani ölçü ve değişim aracı olma özelliğini bozuyor. Mizanı bozuyor. Sistemdeki parayı rakam olarak çoğaltmasına karşın, alım gücünü azaltıyor.”
Sadullah,
Hemen ada halkını toplar ve onlara içinde bulundukları borca dayalı zulüm düzenini heyecanlı bir şekilde izah etmeye başlar;
- “Evet, başlangıçta herkesin 200 lirası yani kredisi vardı. Yani para sisteme borç olarak girdi. Şimdi bizim kendi aramızda yaptığımız zenginlik değişimini yani alış verişimizi düşünelim. Biz ne kadar alış veriş yaparsak yapalım her safhada adadaki toplam para miktarı değişmez; 1000 lira.
Halbuki, geri faiz ödersek, mal ve hizmet azalmamasına rağmen bunu temsil eden para miktarı azalıyor. Azalan paranın miktarına karşın yeni para yani yeniden borç alıyoruz. Bu böyle sürüp gidiyor. Para miktarı zenginlik artışından kat be kat daha fazla oluyor.”
Faiz sisteme girdiği anda, para miktarı, mal ve hizmetler artsa da artmasa da artıyor!
Halbuki Para miktarını zenginlik arttıkça arttırmalıyız ki mal ve hizmetler toplum içinde dönebilsin. Para, bir avuç insanın etrafında dolaşan bir devlet haline gelmesin.”
Zalımon’un sistemi ile Bereket Adasında adeta bir köleleşme sürecinin yaşanmakta olduğunu anlarlar. Bu sürecin farkına varılmaması için de kendilerinin Zalımon’un gazeteleri ile yönlendirildiklerine inanırlar.
Böylece hileyi net bir şekilde gören ada sakinleri ertesi gün Zalımon’a giderek;
- “Biz senin yerleştirdiğin bu borca dayalı para sistemini istemiyoruz. Piyasada, mal ve hizmetleri çevirebilecek kadar parayı faizsiz olarak tutacağız”
- Bu yeni faizsiz para sisteminde kayıt işlemlerini yapmaya devam et. Biz sana emeğinin karşılığı olarak bir ücret vereceğiz. Böylelikle sen de bu işlemler ile topluma katkıda bulunmuş olacaksın.”
15. KURTULUŞ VE BÜYÜK DERS
Tüm bu oyunu bozan Sadullah Zalımon’dan “içinde altın bulunan özel kasam” dediği kasasını açmasını ister. Kasa açılınca;
- “Tam düşündüğüm gibi. Tüm bu tuzağı kurmak için gerçekten altın olmasına da gerek yoktu. Bunun için sadece bizi inandırması yeterliydi”
der ve ada halkına gösterir.
Kasada altın yoktur ve sadece ağırlık yapsın diye çakıl taşları ile doldurulmuştur.
Bereket Adası sakinleri, çok geçmeden, bir geminin dikkatini çekerek kurtulurlar. Ama gerçek kurtuluşları, aldıkları büyük ders ve faizin ne büyük bir bela olduğunu öğrenmeleridir şüphesiz.
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de ribayı – meşhur ifadesi ile faizi – kesin olarak yasaklamıştır. Riba, Hristiyanlık’ta ve Yahudilikte de yasaktır. Allah, Bakara Suresi, 279uncu ayeti kerimesinde: … faizden vazgeçmezseniz, Allah ve Rasûlüyle savaşa girdiğinizi bilin..” diye biz inananlara çok net bir mesaj veriyor. Bu çalışma ile bizler bu savaşta Allah ve Rasûlünün tarafında olduğumuzu ifade ediyoruz. İster Müslüman, ister Hristiyan ister Yahudi olsun, dünyadaki bütün inananların ve adalet isteyen bütün insanları bu çalışmayı yayarak taraflarını belli etmeye çağırıyoruz. Borca Dayalı Para Sistemine isyan etmeye çağırıyoruz. Çalışmak bizden Tevfik Allah’tandır.
Kaynak : Prof. Dr. Mete Gündoğan
IMF, Batı ülkelerenin para istikrarınını korumak ve Üçüncü Dünya ülkelerinin para birimleri
değerini düşürmek üzere kurulan bir borç tuzağı ve sömürü aracıdır.
IMF kredi açtığı bir ülkede ekonomik istikrar sağlansın diye değil, verdiği para karşılığında o ülke
ekonomisinde sömürgeci niyetlerle hareket etmektedir.
Dünya Bankası’nın Üçüncü Dünya ülkerlerinde yaptığı faaliyet, kredi yoluyla ekonomik kaynakların sömürülmesi, Batı’ya taşınmasıdır.
Bu çerçevede, yaşadığımız ekonomik problemlerin net olarak anlaşılabilmesi için, insanların içinde bulunduğumuz “faiz tuzağı”nı net olarak görebilmesi gerekir.
Kara para üzerine kurulu İmparatorluk’ zaman içinde İngiliz ve Fransız Merkez bankaları ile Amerika’daki Federal Rezerv bankalarının sahibi olmuştur.
Faiz Tuzağı
Daha önce Faiz Tuzağı kitabından esinlenerek yazdığımız Issız Ada Hikayesinin orijinali video olarak çıkmıştır. Okuyucularımıza tavsiye ederiz.
2. BATAN GEMİDEN KURTULANLAR
“Five Star”, okyanusta beklenmedik bir fırtınaya tutulur. Fırtına gittikçe şiddetlenir, dalgalar büyüdükçe büyür ve neticede deniz koca gemiyi yutar.
Sadece beş kişi kurtulmuştur. Küçük bir sandal ve birkaç parça eşya ile bitkin bir şekilde bir adaya ulaşırlar.
3. BOLLUK VE BEREKET ADASI
İyice kendilerine geldikten sonra ilk işleri uygarlıktan çok uzak olan bu adayı keşfe çıkmak olur.
Keşif neticesinde moralleri epey düzelir. Çünkü ada, adeta bir bolluk ve bereket adasıdır. Allah’ın lütfu ile her türlü doğal kaynak ve zenginlik vardır.
4.GERÇEK ZENGİNLİK
Hep birlikte çalışırlar. Yollar, çevre düzenlemesi ve bahçeler derken yavaş yavaş adaya yerleşmeye başlarlar.
Herkes çalışır, üretir, tüketir. Aralarındaki alışverişi takas yoluyla düzenlerler.
5. TEKNİK BİR PROBLEM
Ancak takasın, yani malın diğer bir mal ile değiştirilmesinin uygun olmayan birçok yönü vardır. Böyle durumda ise işler iyice karışmaktadır. Refahın nasıl üretileceğini bilirler ama onun bir sembolü olan paranın nasıl üretileceği ve sisteminin nasıl işletileceği konusu onların bilgisi dışındadır.
Kendi kendilerine hep;
- “Ah keşke içimizden biri bu işten anlasaydı, bir bankacı olsaydı mesela, ne iyi olurdu”
diye hayıflanıp dururlar.
6. DIŞARIDAN GELEN BİR KONUK
Bir gün sahilde, uzaktan küçük bir kayığın kendilerine doğru gelmekte olduğunu görürler. Kayıkta Zalımon isminde bitkin bir insan vardır.
Zalımon’un gemisi batmış sadece kendisi kurtulabilmiştir. Yanında da,
- “ Sadece özel eşyalarım var” dediği kapalı bir sandık vardır.
Ada sakinleri de ona kendi başlarından geçenleri ve yaptıklarını anlatırlar.
Zalımon onlara,
- “Ben finansörüm, memleketimde bir banka işletiyordum”
“Hakikaten çok şanslıymışsınız. Benim özel eşyalarımın bulunduğu şu sandıkta altın ve kağıt – kalem var”
der ve bunların da bir para sistemi yerleştirmek için yeterli olduğunu söyler.
7. SİSTEM YERLEŞİYOR
(TUZAK KURULUYOR)
Elbirliği ile, Zalımon’a hemen işlerini yürütecek bir ofis yaparlar.
Ada sakinleri Zalımon ile birlikte bir hesap yaparak adadaki ticaretin yaklaşık 1000 lira ile yürütülebileceğine karar verirler. Zalımon da Hiç vakit kaybetmeden kişi başı 200 lira hazırlar.
8. PARANIN GERÇEK SAHİBİ KİM?
Zalımon ada sakinlerini toplayarak;
- “Arkadaşlar bu para altını temsil eder. Altının sahibi de ben olduğuma göre, bu para benim paramdır. Lakin bu parayı hesapladığımız gibi 200’er lira olarak size borç vereceğim. Sizler onu istediğiniz gibi kullanacaksınız. Bu kullanım karşılığında paranın kirası (payı) olarak bana yıllık % 7 faiz vereceksiniz.” der.
9. ADA EKONOMİSİ CANLANIYOR
10. BU HESAP YANLIŞ:NASIL OLDU DA FARKEDEMEDİK!
Para ile birlikte adadaki ekonomi canlanır ama çok uzun sürmez. Yıl sonu yaklaşırken bazı suratlar asılmaya başlamıştır! Mesela Sadullah’ın işleri iyi gitmemiştir. Yıl sonunda 200 lirayı 14 lira faizi ile birlikte geri vermesi gerekmektedir. Halbuki bu kadar parası yoktur.
Bu para sistemi ile ilgili bir terslik hisseder. Kendi hesabı başkalarının hesabı derken, olayı bir bütün olarak düşünmeye başlar. Bütün rakamları önüne koyduğunda, birden, çok enteresan bir şey fark eder. Heyecanla, “tabi yaa, işte bu” diye haykırır. İçinde bulundukları para sistemi yanlış bir matematiğe oturtulmuştur. Rakamları alt alta yazdığında olay gayet net olarak görülür;
Şahıslar Zalımon’un Verdiği Para Ödenecek Faiz (%7) Toplam Geri İstenen Miktar
Haydar 200 14 214
Selehattin 200 14 214
Kemal 200 14 214
Meryem 200 14 214
Sadullah 200 14 214
Genel Toplam 1000 70 1070
1070 – 1000 = 70 ???!
Zalımon herkese 200 lira vermiş ve % 7 faiz istemektedir. Sadullah 214 lirayı denkleştirememişti ama içlerinden birileri denkleştirebilirdi.
Esas problem şudur: Zalımon sisteme toplam 1000 lira vermiş ve geriye 1070 lira istemektedir. Tüm ada sakinleri sahip oldukları paranın hepsini geri verseler 1000 lira yapar. 70 lira her halükarda eksik kalacaktır. Adadaki toplam para olan 1000 lira, kendi kendine 1070 lira olmaz.
Hemen hep birlikte Zalımon’a gider ve durumu izah ederler.
O da,
- “Dostlarım görüyorum ki “214 lirayı geri vermemiz imkansız” diye bir hesap hatasından bahsediyorsunuz. Ama ben sizden ana parayı geri istemiyorum ki! Kişi başına düşen 14 liralık faiz borcunuzu ödeyin yeter. Mevcut durumda herkes bunu kolaylıkla öder herhalde!” diyerek onları ikna eder.
11. KAOS ADASI
Zalımon düzenli olarak faizlerini alır. Her geçen gün, faizlere verilmek üzere, piyasadan para çekilmektedir.
Her şey pahalılaşır ve adada hayat çekilmez olur.
Ada halkı tekrar bir araya gelerek bankerleri Zalımon ile bu konuyu bir kez daha görüşmeye karar verirler.
12. TAZE PARA: BORÇ
Çözümün yine bu sistemde yattığını söyleyen Zalımon;
- “Meraklanmayın bende varolan altın daha fazla para basmaya yeterlidir. Madem para yok, parasız kaldık, sana borç, faiz ödeye ödeye paraları bitireceğiz diyorsunuz, o halde size tekrar 200’er lira hazırlayıp vereyim” der.
Ada sakinlerinin “bu da yeni bir borç olacak” diye kızmalarına karşılık Zalımon;
-“Elbette, yıllar geçtikçe borcunuz artacak ama aynı zamanda çok çalışmanız neticesinde gelirleriniz de artmış olacak. Siz, gelirleriniz ile borcunuzu yöneteceksiniz” der.
13. BASIN YAYIN KONTROLÜ VE İÇ HUZURSUZLUK
Zalımon ada sakinlerinin tavır ve davranışlarından, tartışmalarından, ne tür görüşlere sahip olduklarını anlar.
Vakit kaybetmeden, biri “Liberal” diğeri “Muhafazakar” isimli iki gazete çıkarır.
Ada sakinlerinden her biri zamanla kendi düşüncelerine uygun olan bu gazetelerden almaya veya katkıda bulunmaya başlar. Böylece hem kültürel gelişmelerini pekiştirirler hem de içinde bulundukları sıkıntıların nasıl çözüleceği konusunda bilgilenirler! Arada bir, birbirlerinin fikirlerini de gazetelerinde acımasızca eleştirirler.
14. BORCA DAYALI PARA SİSTEMİ
Sadullah, kurulduğundan beri bu para sistemindeki gariplikleri takip edip olayın ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Bu durum, rüyalarında bile kendisini meşgul eder.
- “Ne bekliyorduk, ne oldu. Ürettiğimiz mal ve hizmetleri takas ederken yaşadığımız zorlukları ortadan kaldıracak bir ölçü aracı arıyorduk, daha sıkıntılı bir duruma düştük. Halbuki olması gereken, sistemdeki paranın üretilen mal ve hizmetleri temsil etmesiydi o kadar. Ama şu andaki para Zalımon’un altınlarını temsil ediyor.”
- “Ölçü ?! Mal?! Para?!, Evet, evet işte bu. Yanlışlık burada!”
Diyerek heyecanla çalışmasını sürdürür,
- “Para, sahip olunan zenginliğin ölçüsü ve değişim aracıdır. Para, bir semboldür, mal değildir.”
- “Faiz. Sistemdeki parayı mal haline getiriyor. Çünkü faiz, sistemdeki paranın asıl fonksiyonunu yani ölçü ve değişim aracı olma özelliğini bozuyor. Mizanı bozuyor. Sistemdeki parayı rakam olarak çoğaltmasına karşın, alım gücünü azaltıyor.”
Sadullah,
Hemen ada halkını toplar ve onlara içinde bulundukları borca dayalı zulüm düzenini heyecanlı bir şekilde izah etmeye başlar;
- “Evet, başlangıçta herkesin 200 lirası yani kredisi vardı. Yani para sisteme borç olarak girdi. Şimdi bizim kendi aramızda yaptığımız zenginlik değişimini yani alış verişimizi düşünelim. Biz ne kadar alış veriş yaparsak yapalım her safhada adadaki toplam para miktarı değişmez; 1000 lira.
Halbuki, geri faiz ödersek, mal ve hizmet azalmamasına rağmen bunu temsil eden para miktarı azalıyor. Azalan paranın miktarına karşın yeni para yani yeniden borç alıyoruz. Bu böyle sürüp gidiyor. Para miktarı zenginlik artışından kat be kat daha fazla oluyor.”
Faiz sisteme girdiği anda, para miktarı, mal ve hizmetler artsa da artmasa da artıyor!
Halbuki Para miktarını zenginlik arttıkça arttırmalıyız ki mal ve hizmetler toplum içinde dönebilsin. Para, bir avuç insanın etrafında dolaşan bir devlet haline gelmesin.”
Zalımon’un sistemi ile Bereket Adasında adeta bir köleleşme sürecinin yaşanmakta olduğunu anlarlar. Bu sürecin farkına varılmaması için de kendilerinin Zalımon’un gazeteleri ile yönlendirildiklerine inanırlar.
Böylece hileyi net bir şekilde gören ada sakinleri ertesi gün Zalımon’a giderek;
- “Biz senin yerleştirdiğin bu borca dayalı para sistemini istemiyoruz. Piyasada, mal ve hizmetleri çevirebilecek kadar parayı faizsiz olarak tutacağız”
- Bu yeni faizsiz para sisteminde kayıt işlemlerini yapmaya devam et. Biz sana emeğinin karşılığı olarak bir ücret vereceğiz. Böylelikle sen de bu işlemler ile topluma katkıda bulunmuş olacaksın.”
15. KURTULUŞ VE BÜYÜK DERS
Tüm bu oyunu bozan Sadullah Zalımon’dan “içinde altın bulunan özel kasam” dediği kasasını açmasını ister. Kasa açılınca;
- “Tam düşündüğüm gibi. Tüm bu tuzağı kurmak için gerçekten altın olmasına da gerek yoktu. Bunun için sadece bizi inandırması yeterliydi”
der ve ada halkına gösterir.
Kasada altın yoktur ve sadece ağırlık yapsın diye çakıl taşları ile doldurulmuştur.
Bereket Adası sakinleri, çok geçmeden, bir geminin dikkatini çekerek kurtulurlar. Ama gerçek kurtuluşları, aldıkları büyük ders ve faizin ne büyük bir bela olduğunu öğrenmeleridir şüphesiz.
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de ribayı – meşhur ifadesi ile faizi – kesin olarak yasaklamıştır. Riba, Hristiyanlık’ta ve Yahudilikte de yasaktır. Allah, Bakara Suresi, 279uncu ayeti kerimesinde: … faizden vazgeçmezseniz, Allah ve Rasûlüyle savaşa girdiğinizi bilin..” diye biz inananlara çok net bir mesaj veriyor. Bu çalışma ile bizler bu savaşta Allah ve Rasûlünün tarafında olduğumuzu ifade ediyoruz. İster Müslüman, ister Hristiyan ister Yahudi olsun, dünyadaki bütün inananların ve adalet isteyen bütün insanları bu çalışmayı yayarak taraflarını belli etmeye çağırıyoruz. Borca Dayalı Para Sistemine isyan etmeye çağırıyoruz. Çalışmak bizden Tevfik Allah’tandır.
Kaynak : Prof. Dr. Mete Gündoğan
IMF, Batı ülkelerenin para istikrarınını korumak ve Üçüncü Dünya ülkelerinin para birimleri
değerini düşürmek üzere kurulan bir borç tuzağı ve sömürü aracıdır.
IMF kredi açtığı bir ülkede ekonomik istikrar sağlansın diye değil, verdiği para karşılığında o ülke
ekonomisinde sömürgeci niyetlerle hareket etmektedir.
Dünya Bankası’nın Üçüncü Dünya ülkerlerinde yaptığı faaliyet, kredi yoluyla ekonomik kaynakların sömürülmesi, Batı’ya taşınmasıdır.
Bu çerçevede, yaşadığımız ekonomik problemlerin net olarak anlaşılabilmesi için, insanların içinde bulunduğumuz “faiz tuzağı”nı net olarak görebilmesi gerekir.
Kara para üzerine kurulu İmparatorluk’ zaman içinde İngiliz ve Fransız Merkez bankaları ile Amerika’daki Federal Rezerv bankalarının sahibi olmuştur.
Serveti dünya servetinin yarısı olarak tahmin edilen bu ailenin 1940 yılındaki serveti ABD GSMH’nın iki katı olmuştur.
Dünyada tek bir Yahudi imparatorluğu kurulması amacına çalışan aile, Waterloo Deniz Savaşı, Amerikan İç Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşlarından büyük paralara kazanmış ve Rusya’da Bolşevik Devrimi’ni finanse etmiştir.
Elinizdeki kitap tarihçesi, serveti ve sahip olduğu kurumlar net bilinmeyen ailenin başlangıcından henüz Amerika’nın I. Dünya Savaşı’na katılmadığı 1940 yılına kadar olan olayları anlatmaktadır.
Küreselleşme, AB, Birleşmiş Milletler, serbest pazar ekonomisi, çok partili demokrasi ve savaşların kimlere ve nasıl hizmet ettiğini TAKİP EDİN .
FAİZ TUZAĞI Dünyada ve Türkiye’de, hatta bizim meslekte bile, inanılmaz işler olur! İnanılmaz dememe bakmayın siz!
Aslında bilmesi gerekenler “bilinmesi
gerekenleri” bilir! Mesela bizde de MASON olan ve
istediği zamanMERKEZ MEDYA DA iş bulan çok insan, çok yönetici
vardır! Ayıp değildir bu! Sadece bir İLİŞKİ biçiminin
varlığından söz ediyorum! Ama bu ilişkinin kökeni, ülkeye yansıması ve takip
ettiği rota sıkıntılıdır!
Tabii biz olayları gerçek kulvarında tartışmadığımız için hep kısır ve kısa menzilli bakarız!Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir! Türkiye’yi saran İKLİM gerçekte bizim bitki örtümüzle örtüşmez! İnsan unsurumuzla terstir! Ama sarmıştır bir kez! Kolay kolay da çıkamıyoruz işte! Ve bu iklimin akıl hocaları yine düğmeye basmak için kapının önünde!
Bakın üniversiteler bir anda karıştı!
Ölümler, yaralamalar başladı! Uçaklar havada ya da inişte çarpışıp çakıldı; şehitler verildi! Kabil’den saldırı haberi geldi!
Emin olun çok başka olaylar olacak!
Çünkü bizim bilmediğimiz ilişkilerin sardığı TÜRKİYE’nin kendi yoluna gitmesi istenmiyor!
Londra’yı, buradaki ilişkileri ve bize yansımasını öğrenemediğimiz sürece de başımız dertten kurtulmayacak! Uzun hikaye… Ama kısaca bilinmesinde büyük fayda var. 1700’lerde TAPINAKÇILARLAbaşlayan serüven MASONLUĞA dönüşüp su yüzeyine çıktı! İngiltere’yi Püriten-Protestan eksenine sokan yapı KATOLİKLERE karşı iyice mesafe koydu! Zaten TAPINAKÇILAR, Katolik dünyasından kaçıyor ve onlarla mücadele ediyordu! 1717 yılında Tapınakçılar yeni adıyla MASONLAR ortaya çıkıp “Evet biz varız! Yalan değiliz!”dedi. 400 yıl yeraltında süren organizasyon artık kendine bir zemin bulmuş ve Londra’yı arkasına almıştı! İnanılmaz ilişkilerin merkeziydi! Zaten FAİZ LOBİSİNİN ilk operasyonunda Tapınakçılar’ın imzası vardı! Umberto Eco bunu çok önceleri söyledi! Bu tarihte, yani 1717’de, 4 BÜYÜK LOCA bir araya gelip açıklama yaptı… Güçlerini gösterdiler! İngiliz Kraliyet Ailesi’de bunları koruyup saklayacağına yemin etti! Tapınakçılar, Gül-Haççılar ve masonlar aslında PAPA’dan nefret ederdi!
Kral VIII. Henry KATOLİK KİLİSESİ’nin mallarını daha 1535’lerde satıp savarak veARİSTOKRATLARAvererek ilk savaşı başlattı! PAPA’yı tanımadığını ilan etti! Henry’nin oğlu VI. Edward ise ülkeyi tamamenPROTESTAN topraklarına çevirdi! Haliyle FAİZ ve paradan para kazanma sanatı en geçerli alan oldu! Zaten Tapınakçılar’ın YÜ ZDE 60′la borç verdiği bilinen bir SIR’dı! Yeraltında da olsa film başlamıştı! Günümüzde gördüklerimiz ise bunları uzantılarından başka bir şey değildi!
Koca koca bankalar, finans merkezleri bu geleneğin sonucu olarak belli ailelerin elinde yükselen değerlerdi! Paranın gücüyle ülkeleri kontrol etmenin sihriydi!
Günlerdir dünya ve İngiltere HSBC’yi konuşuyordu…
Kraliçe’nin televizyonu BBC’nin yönetim kurulu başkanlığına atanan 53 yaşındaki Rona Fairhead’ın 2012 yılında HSBC’nin 1.2 milyar sterlin tazminat ödemek zorunda kalmasına neden olan kara para aklama skandalı ile ilgili olarak banka hissedarları tarafından dava edildiği ortaya çıktı.
Mahkemeye sunulan belgelerde Fairhead’ın HSBC’nin Küba, İran, Libya ve Zimbabwe’ye uygulanan yaptırımları deldiği ortaya çıktı. Peki bu hanımefendi kimdi? BBC’nin, yani British Broadcasting Company’nin, başına nasıl gelmişti! İngiliz Kraliyet ailesi tarafından dünya posta servisini kontrol etmek için kuruldu! Dün postaları, sonra telgrafları, şimdi de telefon ve mailleri denetliyorlardı! LOZAN’da bile bizim aramızdaki bütün yazışmalar önce bunlara gidiyor, elimizi gördükten sonra ona göre tutum alıyorlardı! İngiliz AKLI böyleydi!
BBC ise bize mesafeli bir yayındı! “HAMAS CANLI KALKAN KULLANMIYOR!” diyerek gerçeği yansıtan muhabirine kapının önünü gösterecek kadar kararlı bir yapıydı!
BBC’ye BİRLEŞİK KRALLIK kapsamında genel valilik yapmış insanların yakınları gelip oradaki koltuklara otururdu!
Ama şimdi HSBC skandalı ile dünyanın gündemine gelen Rona Fairhead vardı!
Uzun zaman önce bugünleri bildiğim için yazmıştım… “1994 yılında Cambridge’de bir konferansa katıldı! Bankacılık üzerine sunum yapan Fairhead, orada bulunan BARON Philippe de Rothschild’i kendisine hayran bıraktı! O andan sonra Rona Fairhead, Rothschild ailesinin şirketlerinden Short Brothers ve ardından Bombardier Inc.’te danışman olarak görev aldı.
Daha sonra Harvard Business School’u üstün başarı ile bitiren Rona Fairhead, HSBC’ye transfer oldu.
Dünyanın birçok bölgesinde çok önemli anlaşmaların mimarı oldu…
İngiltere’de 2006-2013 yılları arasında Financial Times Group’un Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev alan Rona Fairhead, Pepsi Co’nun da en başarılı yöneticilerinden biri olarak gösterildi.
Tabii biz olayları gerçek kulvarında tartışmadığımız için hep kısır ve kısa menzilli bakarız!Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir! Türkiye’yi saran İKLİM gerçekte bizim bitki örtümüzle örtüşmez! İnsan unsurumuzla terstir! Ama sarmıştır bir kez! Kolay kolay da çıkamıyoruz işte! Ve bu iklimin akıl hocaları yine düğmeye basmak için kapının önünde!
Bakın üniversiteler bir anda karıştı!
Ölümler, yaralamalar başladı! Uçaklar havada ya da inişte çarpışıp çakıldı; şehitler verildi! Kabil’den saldırı haberi geldi!
Emin olun çok başka olaylar olacak!
Çünkü bizim bilmediğimiz ilişkilerin sardığı TÜRKİYE’nin kendi yoluna gitmesi istenmiyor!
Londra’yı, buradaki ilişkileri ve bize yansımasını öğrenemediğimiz sürece de başımız dertten kurtulmayacak! Uzun hikaye… Ama kısaca bilinmesinde büyük fayda var. 1700’lerde TAPINAKÇILARLAbaşlayan serüven MASONLUĞA dönüşüp su yüzeyine çıktı! İngiltere’yi Püriten-Protestan eksenine sokan yapı KATOLİKLERE karşı iyice mesafe koydu! Zaten TAPINAKÇILAR, Katolik dünyasından kaçıyor ve onlarla mücadele ediyordu! 1717 yılında Tapınakçılar yeni adıyla MASONLAR ortaya çıkıp “Evet biz varız! Yalan değiliz!”dedi. 400 yıl yeraltında süren organizasyon artık kendine bir zemin bulmuş ve Londra’yı arkasına almıştı! İnanılmaz ilişkilerin merkeziydi! Zaten FAİZ LOBİSİNİN ilk operasyonunda Tapınakçılar’ın imzası vardı! Umberto Eco bunu çok önceleri söyledi! Bu tarihte, yani 1717’de, 4 BÜYÜK LOCA bir araya gelip açıklama yaptı… Güçlerini gösterdiler! İngiliz Kraliyet Ailesi’de bunları koruyup saklayacağına yemin etti! Tapınakçılar, Gül-Haççılar ve masonlar aslında PAPA’dan nefret ederdi!
Kral VIII. Henry KATOLİK KİLİSESİ’nin mallarını daha 1535’lerde satıp savarak veARİSTOKRATLARAvererek ilk savaşı başlattı! PAPA’yı tanımadığını ilan etti! Henry’nin oğlu VI. Edward ise ülkeyi tamamenPROTESTAN topraklarına çevirdi! Haliyle FAİZ ve paradan para kazanma sanatı en geçerli alan oldu! Zaten Tapınakçılar’ın YÜ ZDE 60′la borç verdiği bilinen bir SIR’dı! Yeraltında da olsa film başlamıştı! Günümüzde gördüklerimiz ise bunları uzantılarından başka bir şey değildi!
Koca koca bankalar, finans merkezleri bu geleneğin sonucu olarak belli ailelerin elinde yükselen değerlerdi! Paranın gücüyle ülkeleri kontrol etmenin sihriydi!
Günlerdir dünya ve İngiltere HSBC’yi konuşuyordu…
Kraliçe’nin televizyonu BBC’nin yönetim kurulu başkanlığına atanan 53 yaşındaki Rona Fairhead’ın 2012 yılında HSBC’nin 1.2 milyar sterlin tazminat ödemek zorunda kalmasına neden olan kara para aklama skandalı ile ilgili olarak banka hissedarları tarafından dava edildiği ortaya çıktı.
Mahkemeye sunulan belgelerde Fairhead’ın HSBC’nin Küba, İran, Libya ve Zimbabwe’ye uygulanan yaptırımları deldiği ortaya çıktı. Peki bu hanımefendi kimdi? BBC’nin, yani British Broadcasting Company’nin, başına nasıl gelmişti! İngiliz Kraliyet ailesi tarafından dünya posta servisini kontrol etmek için kuruldu! Dün postaları, sonra telgrafları, şimdi de telefon ve mailleri denetliyorlardı! LOZAN’da bile bizim aramızdaki bütün yazışmalar önce bunlara gidiyor, elimizi gördükten sonra ona göre tutum alıyorlardı! İngiliz AKLI böyleydi!
BBC ise bize mesafeli bir yayındı! “HAMAS CANLI KALKAN KULLANMIYOR!” diyerek gerçeği yansıtan muhabirine kapının önünü gösterecek kadar kararlı bir yapıydı!
BBC’ye BİRLEŞİK KRALLIK kapsamında genel valilik yapmış insanların yakınları gelip oradaki koltuklara otururdu!
Ama şimdi HSBC skandalı ile dünyanın gündemine gelen Rona Fairhead vardı!
Uzun zaman önce bugünleri bildiğim için yazmıştım… “1994 yılında Cambridge’de bir konferansa katıldı! Bankacılık üzerine sunum yapan Fairhead, orada bulunan BARON Philippe de Rothschild’i kendisine hayran bıraktı! O andan sonra Rona Fairhead, Rothschild ailesinin şirketlerinden Short Brothers ve ardından Bombardier Inc.’te danışman olarak görev aldı.
Daha sonra Harvard Business School’u üstün başarı ile bitiren Rona Fairhead, HSBC’ye transfer oldu.
Dünyanın birçok bölgesinde çok önemli anlaşmaların mimarı oldu…
İngiltere’de 2006-2013 yılları arasında Financial Times Group’un Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev alan Rona Fairhead, Pepsi Co’nun da en başarılı yöneticilerinden biri olarak gösterildi.
8 Haziran 2015 Pazartesi
SABETAYİZM VE TÜRKİYE DÖNMELERİ SABETAYCILIĞIN DOĞUŞU AVRUPA YAHUDİLERİ ARASINDA KABALA FELSEFESİNDEN BESLENEN MİSTİK KURTULUŞ UMUDU VEREN AHTE MESİH :
Sabetaycılık kavramı ve bununla eş anlamlı olarak kullanılan
Dönmelik ifadesi, 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu topraklarında
ortaya çıkmıştır. O dönemden bu yana, Sabetaycılar ya da Dönmeler
deyimleri, belirli bir insan grubunu tanımlamak için kullanılmış ve
tartışıldığı her dönemde bu grup hakkında üretilen çeşitli dedikodular ve
komplo teorileri sonucunda şu soru akla gelmiştir: Sabetaycılar
söylendiği gibi büyük güçlere ve Müslümanlara karşı karanlık planlara
sahip midirler? Bu noktada Sabetaycılığın tarih içindeki
gelişimini incelemekte yarar vardır.
Sabetaycılığın Doğuşu
Tarihteki sahte Mesihlerin en ünlüsü olan ve Elisabetta ismini veren Sabetay Sevi, 1626 yılında İzmir'de doğmuş, çocukluk ve gençlik yıllarını bu şehirde geçirmiştir. İzmir'in tanınmış hahamlarından İsak dAlbadan Tevrat, Talmud ve Kabala eğitimi alan Sevi, Rabbi Josef Eskapadan ise mistisizmi öğrenmiştir.
Sabetaycılığın Doğuşu
Tarihteki sahte Mesihlerin en ünlüsü olan ve Elisabetta ismini veren Sabetay Sevi, 1626 yılında İzmir'de doğmuş, çocukluk ve gençlik yıllarını bu şehirde geçirmiştir. İzmir'in tanınmış hahamlarından İsak dAlbadan Tevrat, Talmud ve Kabala eğitimi alan Sevi, Rabbi Josef Eskapadan ise mistisizmi öğrenmiştir.
(Abraham Galante, Nouveaux Documents sur Sabbatai Sevi,
İstanbul, 1935, s. 17; Josef Kastein, Sabbatai Zewi der Messias von İzmir,
Berlin, 1930, s. 21-22.)
Genç yaşta Kabalaya büyük ilgi duyan Sabetay Sevi,
böylece Kabalist olmaya, Kabalaya uygun bir yaşam sürmeye karar vermiştir.
Daha 15 yaşında geniş bir Kabala bilgisine sahip olan Seviye göre bir
gerçek vardı: O da Kabalanın dünyasıydı.
(Abdurrahman Küçük, Dönmeler (Sabatayistler) Tarihi,
Andaç Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2003, s. 217.)
Bu nedenle kendine rehber ve yol gösterici olarak
Kabalayı edinmişti. 22 yaşına geldiğinde, Sabetay Sevi Mesihliğini ilan
etti ve çok sayıda insanı kendi sapkın fikirlerine ortak etmeyi başardı.
Çevresinde toplananların sayısı günden güne artıyordu.
Bu gelişmelerden en çok rahatsız olanların başındaysa, önde gelen Yahudi
din adamları geliyordu. Hahamlar onu lanetleyip aforoz ettiler. Kendisine
karşı oluşan büyük tepki nedeniyle Sevi, İzmir'den ayrılmak zorunda kaldı
ve faaliyetlerine İstanbul, Selanik, Atina, Kahire ve Kudüs'te
devam etti.
Sabetay Sevi kendisini Yahudileri kurtarmaya gelen Tanrının oğlu olarak tanıtıyordu. Tüm dünya Yahudilerinin yüzyıllardır beklediği büyük kurtarıcı olduğunu iddia etti ve Avrupa'daki Yahudiler de dahil
olmak üzere kalabalık bir taraftar kitlesi topladı. Sevinin vaadi, Avrupa Yahudilerini çektikleri sıkıntılardan kurtarmak, Kutsal Topraklarda bir Yahudi devleti ve Yahudi egemenliğinde bir dünya kurmaktı. Propagandasını da bu vaatler üzerine kurdu. Sabetay Sevinin Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkması, Yahudi cemaatlerinde heyecan ve kaynaşmaya neden oldu. Bu konuyla ilgili Yahudi yazar Moshe Sevilla Sharonun dikkat çektiği nokta oldukça önemlidir:
KUM SAATİNİN SIRRI! PEKİ KUM SAATİNİN NE ZAMAN MASONİK SİMGE OLDU :
Türkiye kendi gerçeğini hiç görmedi! Ne liselerde, ne akademilerde, ne üniversitelerde, ne de Harp okullarında okutuldu!
Hiç kimse BÜYÜK GERÇEĞİ bilmiyordu!
Müstemlekeydik, haberimiz yoktu! Aklımız çalındığı için SOLCU da olsak SAĞCI da olsak ASKER de olsak polis de olsak ÜLKEYİ kurtardığımızı sanıyorduk! Oysa bize başka hiçbir ülkeye atılmayan FORMAT atılmıştı! İçeride bölünerek bir DÜŞMANA ihtiyaç duymayacak hale getirilmiştik!
Ama siviller ve askerler içinde bunu bilerek yaşayanlar vardı! Mesela Derviş! Mesela Madanoğlu... Aklıma bu ikisi geldi! Yüzlerce sayabilirim!
Ama işimiz isimlerle değil! Aklımızla, bize dayatılan sistemi kırıp atmalıyız! Türkiye'de adı John olan CIA, Smith olan MI6, Hans olan BND, Yuri olan FSB, David olan MOSSAD ajanı ararsak bulamayız!
Bunların hepsine çalışan ve geleceğimizi çalmaya çalışanlar TÜRK'tü! Bizim gibi görünen ama bize benzemeyenlerdi... Hikaye buydu!
Dışarıdan emir alanlar hep arkalarındaki gücü "ÜLKE ELDEN GİDİYOR!" korkusuyla harekete geçirip kullandı! Çünkü dünyadaki en vatansever insanlar bizlerdik! En güçlü yanımızdan en zayıf noktamızı buldular! Ve buraya çalıştılar!
Gören olmadı! Olsa da kimseyle paylaşamadı!
Bakın dün HSBC bankasını yazdım!
El konulan bankayla çok ama çok içiçeydi! Ama bizler de, o harekete gönül veren kardeşlerimiz de bilmiyordu! Hep YALAN üzerine kurulurdu sistem burada!
Zaten itirazım da bunaydı! Yabancının gelip burada hüküm sürmesi hep içimi acıttı! Tarih yazan bir milletin bu hale gelmesini kabul edemedim! Neyse... Türkiye çok değişik bir yerdi!
Burayı kontrol eden Avrasya'yı da Ortadoğu'yu da yönetirdi! Bu nedenle de YABANCI GÜÇLER savaşını burada verirdi!
Dün ismini vermediğim ama uzun yıllar HSBC'yi yöneten hanımefendi ve ailesi çok değişiktir!
Mesela araştırsanız çok ama çok titiz davransanız bile bu aile hakkında bir bilgiye ulaşamazsınız!
Kayıt bulmakta zorlanırsınız! Bu hanımefendinin eşi de çok ilginç bir isimdi! İŞ hayatında başarılı biriydi! Merrill Lynch'in Türkiye'deki stratejik ortağı olan Antika Partners'ı kurdu ve yönetici ortak olarak görev yaptı...
Antika Partners'ı kurmadan önce, J.P. Morgan'da Orta ve Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Yatırım Bankacılığı Grup Başkanlığı'nı yürüttü! J.P. Morgan'ın Global Yürütme Kurulu'nda yer aldı!
Kurumdaki 18 yıllık deneyimi süresince Türkiye, BDT, Balkanlar ve İsrail Bölge Başkanlığı, Türkiye ve Orta Asya Bölüm Başkanlığı ve Türkiye Ülke Başkanlığı görevlerini yürüttü!
Kariyerine ise Londra'da J.P. Morgan Chase & Co.'nun Global Piyasalar Grubu'nda başladı! Şimdi ne iş yaptığını yazmaya gerek yok!
Dediğim gibi işimiz kişilerle değil sistemleydi!
Dün KUM SAATİ ile ilgili çok soru geldi! Kum saati kardeşliği belli ki dikkat çekmişti! Dün yazamadım ama şimdi sırası geldi...
Kum saati, Süleyman Mabedi inşaatı esnasında çalışma saatlerini ölçen bir aletti... Bilindiği gibi bu inşaat sırasında kullanılan her şey daha sonra MASONLUĞUN simgesi haline dönüştü!
Kum saati de böyleydi! ZAMANIN nasıl tükendiğini, hayatın akıp gittiğini ve geriye dönüşün olmadığını simgelerdi! ZAMAN vurgusu yapardı!
Bir başka anlamı daha vardı! Şans bir kere kapıyı çalardı! Tekrarlanmazdı! Kum saatinde de öyleydi! Kum akar ve geri gelmezdi! Tek gidişli bir yöndü! Değerini bilmek ve gerektiğinde doğru hamleyi yapmak şarttı! MASONLAR bu simgeyi ÜÇÜNCÜ DERECEYE geldiği zaman öğrenirlerdi!
Peki KUM SAATİNİN ne zaman MASONİK simge olduğu açıklandı!
Çok önceleri! 1627'de! Yani el konulan bir banka, ROTHSCHILDLER'in sahibi olduğu dev HSBC, Türkiye'deki operasyonunu yöneten hanımefendi, eşi, masonluk, Yahudilik ve içeride bitmek tükenmek bilmeyen bir Müslüman karşıtlığı! Anadolu'ya direniş! Garip! Oysa gerçekte garip olan bir şey yoktu!
El konulan banka PARALEL'in kalesiydi!
Peki nasıl kurulduğunu, kimin destek verdiğini biliyor muyduk?
Paranın nasıl getirildiğinden haberimiz var mıydı? YOKTU!
Daha öncesinde Türkiye'de bir dönem TEHLİKE OLARAK görüldüğü için (Nedense!) Risale-i Nur basmak yasaktı!
Peki Türkiye'ye Risale-i Nur nereden ve nasıl geliyordu?
Nereden olacak gemilerle Amerika'dan! Bir PETROL DEVİ para verip bastırıyor, sonra da gemilerle gönderiyordu! İLİŞKİ kuruluyordu!
Gemilerle getiren de KARADENİZLİ ve BEŞİKTAŞLI tanınmış bir isimdi! İLİŞKİ AĞI öyle büyüktü ki saf ANADOLU insanı bu hareketi ayakta tuttuğunu sanıyordu! Asla öyle bir şey yoktu! İçeride toplanan paralar operasyonlara harcanan paraların yanında çok küçüktü! Ama gücün içeriden alındığı duygusu vermek için herkes elini cebine atıyordu! Ciddi miktarda para toplanıyordu! Bu paralar da KUM SAATİNİ sevenler tarafından kendi bankalarında değerlendiriliyordu!
Ve bunu kimseler bilmiyordu!
FAİZ LOBİSİ Müslüman kitlenin parasını alıyor, DUBAİ'de değerlendiriyor ve bu gizleniyordu! Dubai kritik bir yerdi! İngilizler'in kalesiydi!
Bugün Türk Dışişleri'nden kim bir yere gitse arkasından bunlar gidip hemen KÖTÜLÜYORDU! Demek ki TEMAS eskiye dayanıyordu!
Kimse boşuna iş yapmıyordu! Son 15 yıldaki bütün para operasyonu DUBAİ üzerinden yürütülüyordu! "28 Şubat'ta bu kadar DARBE almadık" diyenler bir şeyi atlıyordu! 28 Şubat'ta sadece TÜRK BANKALARI batıyordu! DEMİRBANK'ı silerek HSBC'yi alanlar ve şampanya patlatarak kutlayanlar şimdiki el koymayı "TÜRK BANKACILIĞINA DARBE!" diye eleştiriyor ama komik oluyordu! Ne kendileri ne de el konulan banka hiçbir zaman darbe almamış, aksine DARBELER inerken onlar parlamıştı!
EL konulan kurumun hikayesi çok ilginçti! Önümüzdeki günlerde inanılmaz ilişkiler ortaya çıkacaktı! Hangi iş adamı YAHUDİ BANKASINDAN kredi çekip hangi fonu aldı! Hangi manipülasyonlarla, hangi kağıtlarla oynanarak bu borç ödendi? SOL ve SAĞ'dan hangi iki işadamı operasyonun arkasındaydı?
Yani hem soldan hem sağdan gelip aynı yere hizmet edenler kimdi?
Paralel Yapı, devletin içinde kurulmuştu! Asker de sivil de vardı! Milli Güvenlik kararı bile vardı! Madanoğlu gibi Türkeş de destekliyordu bu yapıyı! Devlet Planlama'nın içinde görev yapan 30'dan fazla kişi çok önemli yer tutuyordu!
Amerika'daki şef sadece bunları görünce ayağa kalkıyordu! Ve bu yapı için kimsenin bir şey yazmasına çizmesine gerek yoktu! DEVLET her şeyi biliyordu! Çok sayıda ÜLKÜCÜ genç bu yöne kanalize edilmişti! Devlet içindeki etkili isimlerin de ÜLKÜCÜ kökenli olmasına dikkat ediliyordu! Tercih sebebiydi!
Ancak bu yapıyı kuran ve yeşerten AKIL bambaşka bir oyun kurmuştu!
Hizmet süresi dolan bu yapıyı MUHAFAZAKAR hükümete ortadan kaldırtacak, sonra da bütün güçleriyle hükümete yükleneceklerdi!
Önceden sol-sağ, Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışırdı! Şimdi AYNI KULVARDA görünen iki akım kapışıyordu! Hizmet'in ömrü dolmuştu!
Ama Ankara'nın bunu tasfiye ederken yapacağı yanlışlar sonra önüne getirilecekti! Bu yanlışlarla Ankara da tasfiye edilecekti! Plan buydu!
Napolyon'un dediği gibi YAVAŞ YAVAŞ HIZLI GİTMELİYİZ! Bizden beklenen hataları yapmamalıyız! Ankara hizmetin çoğunluğuyla değil KUM SAATİNE gönül veren birkaç kişiyle ilgilenmeli!
NOT: IŞİD'le de bize gelecekler! Gelmeye çalışacaklar!
Ergün Diler
Takvim
Hiç kimse BÜYÜK GERÇEĞİ bilmiyordu!
Müstemlekeydik, haberimiz yoktu! Aklımız çalındığı için SOLCU da olsak SAĞCI da olsak ASKER de olsak polis de olsak ÜLKEYİ kurtardığımızı sanıyorduk! Oysa bize başka hiçbir ülkeye atılmayan FORMAT atılmıştı! İçeride bölünerek bir DÜŞMANA ihtiyaç duymayacak hale getirilmiştik!
Ama siviller ve askerler içinde bunu bilerek yaşayanlar vardı! Mesela Derviş! Mesela Madanoğlu... Aklıma bu ikisi geldi! Yüzlerce sayabilirim!
Ama işimiz isimlerle değil! Aklımızla, bize dayatılan sistemi kırıp atmalıyız! Türkiye'de adı John olan CIA, Smith olan MI6, Hans olan BND, Yuri olan FSB, David olan MOSSAD ajanı ararsak bulamayız!
Bunların hepsine çalışan ve geleceğimizi çalmaya çalışanlar TÜRK'tü! Bizim gibi görünen ama bize benzemeyenlerdi... Hikaye buydu!
Dışarıdan emir alanlar hep arkalarındaki gücü "ÜLKE ELDEN GİDİYOR!" korkusuyla harekete geçirip kullandı! Çünkü dünyadaki en vatansever insanlar bizlerdik! En güçlü yanımızdan en zayıf noktamızı buldular! Ve buraya çalıştılar!
Gören olmadı! Olsa da kimseyle paylaşamadı!
Bakın dün HSBC bankasını yazdım!
El konulan bankayla çok ama çok içiçeydi! Ama bizler de, o harekete gönül veren kardeşlerimiz de bilmiyordu! Hep YALAN üzerine kurulurdu sistem burada!
Zaten itirazım da bunaydı! Yabancının gelip burada hüküm sürmesi hep içimi acıttı! Tarih yazan bir milletin bu hale gelmesini kabul edemedim! Neyse... Türkiye çok değişik bir yerdi!
Burayı kontrol eden Avrasya'yı da Ortadoğu'yu da yönetirdi! Bu nedenle de YABANCI GÜÇLER savaşını burada verirdi!
Dün ismini vermediğim ama uzun yıllar HSBC'yi yöneten hanımefendi ve ailesi çok değişiktir!
Mesela araştırsanız çok ama çok titiz davransanız bile bu aile hakkında bir bilgiye ulaşamazsınız!
Kayıt bulmakta zorlanırsınız! Bu hanımefendinin eşi de çok ilginç bir isimdi! İŞ hayatında başarılı biriydi! Merrill Lynch'in Türkiye'deki stratejik ortağı olan Antika Partners'ı kurdu ve yönetici ortak olarak görev yaptı...
Antika Partners'ı kurmadan önce, J.P. Morgan'da Orta ve Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Yatırım Bankacılığı Grup Başkanlığı'nı yürüttü! J.P. Morgan'ın Global Yürütme Kurulu'nda yer aldı!
Kurumdaki 18 yıllık deneyimi süresince Türkiye, BDT, Balkanlar ve İsrail Bölge Başkanlığı, Türkiye ve Orta Asya Bölüm Başkanlığı ve Türkiye Ülke Başkanlığı görevlerini yürüttü!
Kariyerine ise Londra'da J.P. Morgan Chase & Co.'nun Global Piyasalar Grubu'nda başladı! Şimdi ne iş yaptığını yazmaya gerek yok!
Dediğim gibi işimiz kişilerle değil sistemleydi!
Dün KUM SAATİ ile ilgili çok soru geldi! Kum saati kardeşliği belli ki dikkat çekmişti! Dün yazamadım ama şimdi sırası geldi...
Kum saati, Süleyman Mabedi inşaatı esnasında çalışma saatlerini ölçen bir aletti... Bilindiği gibi bu inşaat sırasında kullanılan her şey daha sonra MASONLUĞUN simgesi haline dönüştü!
Kum saati de böyleydi! ZAMANIN nasıl tükendiğini, hayatın akıp gittiğini ve geriye dönüşün olmadığını simgelerdi! ZAMAN vurgusu yapardı!
Bir başka anlamı daha vardı! Şans bir kere kapıyı çalardı! Tekrarlanmazdı! Kum saatinde de öyleydi! Kum akar ve geri gelmezdi! Tek gidişli bir yöndü! Değerini bilmek ve gerektiğinde doğru hamleyi yapmak şarttı! MASONLAR bu simgeyi ÜÇÜNCÜ DERECEYE geldiği zaman öğrenirlerdi!
Peki KUM SAATİNİN ne zaman MASONİK simge olduğu açıklandı!
Çok önceleri! 1627'de! Yani el konulan bir banka, ROTHSCHILDLER'in sahibi olduğu dev HSBC, Türkiye'deki operasyonunu yöneten hanımefendi, eşi, masonluk, Yahudilik ve içeride bitmek tükenmek bilmeyen bir Müslüman karşıtlığı! Anadolu'ya direniş! Garip! Oysa gerçekte garip olan bir şey yoktu!
El konulan banka PARALEL'in kalesiydi!
Peki nasıl kurulduğunu, kimin destek verdiğini biliyor muyduk?
Paranın nasıl getirildiğinden haberimiz var mıydı? YOKTU!
Daha öncesinde Türkiye'de bir dönem TEHLİKE OLARAK görüldüğü için (Nedense!) Risale-i Nur basmak yasaktı!
Peki Türkiye'ye Risale-i Nur nereden ve nasıl geliyordu?
Nereden olacak gemilerle Amerika'dan! Bir PETROL DEVİ para verip bastırıyor, sonra da gemilerle gönderiyordu! İLİŞKİ kuruluyordu!
Gemilerle getiren de KARADENİZLİ ve BEŞİKTAŞLI tanınmış bir isimdi! İLİŞKİ AĞI öyle büyüktü ki saf ANADOLU insanı bu hareketi ayakta tuttuğunu sanıyordu! Asla öyle bir şey yoktu! İçeride toplanan paralar operasyonlara harcanan paraların yanında çok küçüktü! Ama gücün içeriden alındığı duygusu vermek için herkes elini cebine atıyordu! Ciddi miktarda para toplanıyordu! Bu paralar da KUM SAATİNİ sevenler tarafından kendi bankalarında değerlendiriliyordu!
Ve bunu kimseler bilmiyordu!
FAİZ LOBİSİ Müslüman kitlenin parasını alıyor, DUBAİ'de değerlendiriyor ve bu gizleniyordu! Dubai kritik bir yerdi! İngilizler'in kalesiydi!
Bugün Türk Dışişleri'nden kim bir yere gitse arkasından bunlar gidip hemen KÖTÜLÜYORDU! Demek ki TEMAS eskiye dayanıyordu!
Kimse boşuna iş yapmıyordu! Son 15 yıldaki bütün para operasyonu DUBAİ üzerinden yürütülüyordu! "28 Şubat'ta bu kadar DARBE almadık" diyenler bir şeyi atlıyordu! 28 Şubat'ta sadece TÜRK BANKALARI batıyordu! DEMİRBANK'ı silerek HSBC'yi alanlar ve şampanya patlatarak kutlayanlar şimdiki el koymayı "TÜRK BANKACILIĞINA DARBE!" diye eleştiriyor ama komik oluyordu! Ne kendileri ne de el konulan banka hiçbir zaman darbe almamış, aksine DARBELER inerken onlar parlamıştı!
EL konulan kurumun hikayesi çok ilginçti! Önümüzdeki günlerde inanılmaz ilişkiler ortaya çıkacaktı! Hangi iş adamı YAHUDİ BANKASINDAN kredi çekip hangi fonu aldı! Hangi manipülasyonlarla, hangi kağıtlarla oynanarak bu borç ödendi? SOL ve SAĞ'dan hangi iki işadamı operasyonun arkasındaydı?
Yani hem soldan hem sağdan gelip aynı yere hizmet edenler kimdi?
Paralel Yapı, devletin içinde kurulmuştu! Asker de sivil de vardı! Milli Güvenlik kararı bile vardı! Madanoğlu gibi Türkeş de destekliyordu bu yapıyı! Devlet Planlama'nın içinde görev yapan 30'dan fazla kişi çok önemli yer tutuyordu!
Amerika'daki şef sadece bunları görünce ayağa kalkıyordu! Ve bu yapı için kimsenin bir şey yazmasına çizmesine gerek yoktu! DEVLET her şeyi biliyordu! Çok sayıda ÜLKÜCÜ genç bu yöne kanalize edilmişti! Devlet içindeki etkili isimlerin de ÜLKÜCÜ kökenli olmasına dikkat ediliyordu! Tercih sebebiydi!
Ancak bu yapıyı kuran ve yeşerten AKIL bambaşka bir oyun kurmuştu!
Hizmet süresi dolan bu yapıyı MUHAFAZAKAR hükümete ortadan kaldırtacak, sonra da bütün güçleriyle hükümete yükleneceklerdi!
Önceden sol-sağ, Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışırdı! Şimdi AYNI KULVARDA görünen iki akım kapışıyordu! Hizmet'in ömrü dolmuştu!
Ama Ankara'nın bunu tasfiye ederken yapacağı yanlışlar sonra önüne getirilecekti! Bu yanlışlarla Ankara da tasfiye edilecekti! Plan buydu!
Napolyon'un dediği gibi YAVAŞ YAVAŞ HIZLI GİTMELİYİZ! Bizden beklenen hataları yapmamalıyız! Ankara hizmetin çoğunluğuyla değil KUM SAATİNE gönül veren birkaç kişiyle ilgilenmeli!
NOT: IŞİD'le de bize gelecekler! Gelmeye çalışacaklar!
Ergün Diler
Takvim
ŞEYTANI CENNET, İMAM ALİ'NİN BABASINI İSE CEHENNEME KOYDULAR
Programda konuşan eski müftü İlahiyatçı Yazar Mehmet Emin Koç hoca, "Muhammed Mustafa (as)'ı bir tarafa koyarak ılımlı bir islam oluşturdular dinlerarası diyalog furyası ile. Bakınız bunu biz kendimiz demiyoruz, bakınız Küresel Barışa Doğru (Fethullah Gülen Küresel Barışa Doğru Kozadan Kelebeğe 3 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları) " Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani 'Muhammed Allah'ın rasûlüdür' kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmım ikrar eden kimselere de rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır." Yani Muhammed Resülüllah Tevhid'in rüknünün söylemeyene de biz rahmet ve merhamet nazarıyla bakmamız gerekiyormuş. Hatta "kıyamet günü Allah'ın sonsuz rahmeti öyle bir tecelli edecek ki şeytan bile umuda kapılacak ve bu rahmetten istifade edecek." Bakınız Muhammed Mustafa (as)'yı Kelime-i Tevhidden çıkartanlar şeytana bile cehennemden kurtuluş umudu oluştururken, şu kitabı hemen arkadaşlar buradan zoomlasınlar kime ait Fasıldan Fasıla Fethullah Gülen, şeytana bile cehennemden kurtuluş umudu oluşturanlar Muhammed Mustafa (as)'ı ömrü boyunca, hayatı boyunca bütün varlığı ile, kılıcı ile, canı ile, sözü ile, kelamı ile, kalemi ile koruyup kollayan kim Hz. Ebu Talib, kim İmam Ali (kv) efendimizin babası Ebu Talib hazretlerine nerede yer ayırıyorlar kafir olarak (haşa haşa) cehennemde yer ayırıyorlar" dedi.
EBEDİ CEHENNEMLİK OLAN HIRİSTİYANLARI CENNETE KOYDULAR
Mehmet Emin Koç, "Fasıldan Fasıla sayfa 97 (Fethullah Gülen'in kitabı) aynen okuyorum. Bakınız Ebu Talib'in imanı diye bir bölüm açılmış " Rivayetler açısından meseleye baktığımız zaman Ebu Talib'in Kelime-i şahadeti söylemeden öldüğü kesin gibidir. Bu arada ikinci dünya savaşında ölen hıristiyanlar hakkında bile çok yumuşak düşünen ve bir fetret dönemi yaşandığından ötürü mazlum olan olarak ölen o insanların kurtulabileceğini ihsaz eden hz Bediuzzaman bile Ebu Talib'in iman edemediğini ve cehennemde azaba düçar olacağını söylemektedir". Ben demiyorum kendi eserleridir. Yani ikinci dünya savaşında ölen hıristiyanlara bile cennette yer ayıran bediuzzaman (Said Nursi) efendi, Hz. Ebu Talib'e Allah Allah cennette bir giriş yapısı bile ayarlayamıyor. Devam ediyoruz bitmedi orada ve Kelime-i Şahadeti şöyle demiş," Netice itibariyle Ebu Talib'in inanmadan ahirete irtihal ettiği kesindir ve tabii bu kesin kanaati bildiren naslara rağmen başka bir mütaalada bulunmak da doğru değildir" ve çok ilginçtir, " Peygamber efendimizden rivayetle Kelime-i Şahadeti söyle ahirette sana şefaat edeyim demiştir diye bir Hadis-i Şerif nakledilir ama Peygamberliğin 10. senesinde kendisine şefaat hakkı verilip verilmediği net olmadığı için böyle bir rivayetin de caiz olmadığı" diye zan ve uydurma rivayetlerle Hz. Ebu Talib'in küfrüne yol çıkartanlar kim bu sayın Fethullah Gülen eserinde bunu anlatıyor ve bu olayı Prof. Dr. Haydar Baş bey Rahmetenlil Alemin eserinde Hz. Ebu Talip ile ilgili ayeti kerime nasıl olmuş dedikleri ayetler Ebu Talib efendimizin vefatından 15 sene sonra medinede nazil olmuş ayetler. Medinede nazil olmuş ayetler Hüzün yılından vefat etmiş Hz. Ebu Talib'in hükmü ile bağdaştırıp hilei şeriye ile Hz. Ebu Talib'e kafir damgası vurmaya çalışıyorlar" diye konuştu.
HADİSLERE GÖRE EBU TALİB CENNETLİKTİR
İlahiyatçı Koç, "Bakınız Prof. Dr. Haydar Baş bey Ebu Talib konusunu Rahmetenlil Alemin Hz. Muhammed Mustafa (as) hüzün yılı bölümünde bizzat anlatmaktadır. Hz. Ebu Talib'in cennetlik olduğuna dair hadisi şeriflerle Muhammed Mustafa (sav)'nın bizzat beyanlarıyla ispatlamıştır. Niye bunların (Nurcuların) hadisleri böyle, çünkü sayın Fethullah Gülen'in, bediuzzaman dedikleri Said Nursi'nin kullandığı rivayetlerin tamamı 80 sene Hz. Ali (kv) efendimize beddua okutan, lanet okutan Muaviye (Muaviye bin Ebu Süfyan, Yezid'in babası) döneminin rivayetleridir.Muaviye ile ilgili Muhammed Mustafa (sav) zalim ve bağiy (Allah'ın emrine karşı gelen, tecavüzcü) ifadesini kullanmıştır. Ammar ibni Yasir'e " seni zalim ve bağiy biri öldürecek" beyan buyurmuştur.Yezid dediğimiz de kim Allah'ın sevilmesini emrettiği, farz kıldığı Ehl-i Beytini kılıçtan geçiren aile, Muaviye ve Yezid ailesi. Onların kılıçları, baskıları, saltanatları döneminde oluşturulmuş rivayetlerle sen Ebu Talib'i cehenneme yolluyorsun BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında dinler arası diyalog furyasında hıristiyanlar ve yahudileri cennete gönderiyorsun ve Muhammed Mustafa'yı kelime-i tevhidden çıkartarak, Muhammed Mustafa'yı zikretmeyenleri, ikrar etmeyenleri de rahmet nazarıyla bakmamız lazım diye bir ılımlı islam modeli ortaya çıkartıyorlar bu birinci nokta. Aynen bunun bir benzeri ılımlı alevilikdir" dedi.
FETHULLAH GÜLEN'İN YAHUDİ, HIRİSTİYAN VE İBLİS GAYRETİ
Programda konuşan İlahiyatçı Yazar Müslim Karabacak ise "Mehmet Beyin ifade ettiği Fethullah Gülen'e ait olan sözlerle ilgili Yahudi ve Hıristiyanı kurtarıp cennetlik yaptıktan sonra şeytanı da cennetlik yapmaya matuf ifadelerini ona da rahmetten pay ayırma ile ilgili bölüme değinmek istiyorum. Araf Süresi 156 ve 156. ayette Cenabı Hak rahmetini kime nasip edeceğini, Cenabı Hakkın rahmetinden kimlerin istifade edeceğini çok açık bir şekilde ifade ediyor. Yahudilerinde, hıristiyanlarında bu rahmetten nasibi olmadığını Fethullah Gülen'in oradaki ifadesindeki şeytanın bile bu rahmetten pay kapacağı ile ilgili ifadesini de reddeden, şeytanında bu rahmetten zerre kadar nasiptar olmayacağını Cenabı hak beyan ediyor. Fethullah Gülen büyük bir hocaefendi diye taktim edilen bu insanın bu ayetleri bilmemesi mümkün değil o zaman bir çarpıtma söz konusudur. " Ben bu rahmetimi şunlara yazacağım, ittika edenler Allah'ın ölçülerine azami derecede riayet edenlere bu rahmeti yazacağım, zekanını verenlere yazacağım, ayetlerime iman edenlere rahmetimi yazacağım. O kimseler ki ümmi, nebi, resüle tabii olanlara bu rahmetimi yazacağım, o beni ki, ellerindeki Tavrat'ta, İncil'de ismi yazılı olan nebi, ümmi, nebi resüle tabi olanlara ben rahmetimi yazacağım diyor Cenabı hak. Dolayısıyla Allah'ın rahmetinden kimin pay alacağını Yahudilerin, Hıristiyanların, ve İblis'in bu rahmetten pay alıp almayacakları bu ayetten net olarak anlıyorum. Onun için burada başka bir sıkıntı var (Fethullah Gülen'in) Yahudi ve Hıristiyanlardan sonra İblis'i de kurtarmaya gayreti var" diye konuştu.
FETHULLAH GÜLEN YAHUDİ VE HIRİSTİYANDAN SONRA İBLİS'İ BİLE CENNETE KOYDU
FETULLAH GÜLEN İN BÜYÜK SIRRI NEDİR ?.
Neden bulunduğu yerlerin içinde van dan bahsetmez sakladığı sır ne?????
Van dan kaçtıktan sonra neden bir daha hiç doğuya gitmemiştir???
Sevgili okurlar şimdi bakın. Burada fetto terör örgütü liderinin ülkemiz içinde bulunduğu yerlerle ilgili bilgiler var.
Başka kaynaklarda da ha farklı ama Van’nın ilçesindeki kuran kursu görevinden hiç bahsetmez..
Açıklıyoruz!!
"Ermeni olan dedesinin Pasinlerli İbrahim Bey'in hizmetkarlığını yaptığı yıllarda, Rus işgali sırasındaki Ermeni ayaklanmasında İbrahim Bey ve ailesi Ermeni hizmetkarlarının tasallutuna uğrayınca, İbrahim Bey hizmetkarını ve onun ailesinin bir bölümünü öldürür. Ardından, intihar eder. Olaydan sağ kurtulan Fethullah Gülen'in babası, 18-19 yaşlarındayken, İspir'e gelir ve yerleşir.
Fethullah GÜLEN: Müslüman adı alır ve bir Türk kızı ile evlenir. Gülen'in babasının, 'Öyle bir evlat yetiştiriyorum ki, bunları kendi dinleri ile vuracak' dediği de rivayet olunur." ( E.M.H., 2 Haziran 1999)
1968 yılı itibariyle İzmir Merkez Vaizi, İzmir İmam Hatip ve İlahiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneği Kestanepazarı Kuran Kursu öğreticisi görevlerinde bulunmuştur.
1969 Ağustos ayı içinde İzmir Buca’da kendi yönetiminde olan dernek ve Kestanepazarı Kuran Kursu’nda okuyan 100 öğrencinin katılımıyla açılan bir kampta, Kuran okumanın yanı sıra Risale i Nur eğitimi yapmıştır.
Aynı yıl içinde Said i Nursi için Isparta’da okutulan mevlüde katılmıştır.
1970′de İzmir’de Nurculuk üzerine programlar yapmış, ayrıca toplantılarda eğitici görevini üstlenmiştir.
1971 Ocak ayı içinde, İzmir İmam Hatip ve İlahiyat Öğrenci Yetiştirme Derneği içinde Nurculuk faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle dernek idare heyetinden çıkarılmıştır.
Aynı yıl itibariyle Nurculuk faaliyetlerinden dolayı İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ifadesi alınarak hakkında dava açılmıştır. Anılan komutanlıkça açılan davası sonucunda vaaz etme yetkisi alınmıştır.
1972 Eylül ayı içinde Erzurum’a gitmiş, anılan ilde Nurcu liderle görüşmüş ve çeşitli Nur toplantılarına katılmıştır.
1973 yılı itibariyle Edremit’e tayin edilmesine karşın, İzmir’de ikamet ederek her hafta cuma günleri Edremit Alemzade Camii’nde vaaz vermiş ve her gelişinde ayrı ayrı Nur medreselerinde Nur toplantıları düzenlemiştir.
Aynı yıl itibariyle Edremit Merkez Vaizi görevi sırasında yaz aylarında Edremit civarında açılmış olan ve Nurcu öğrencilerin iştirak ettiği kamplarda Nurculuk faaliyetlerini organize etmiştir.
1974 Eylül ayı içinde Merkez Vaizliği’ne tayin edilmiştir.
1974 1976 yılları arasında yurt çapında çeşitli konularda konferanslar vermiştir.
1976 Temmuz ayı içinde Aydın çevresinde açılması planlanan Nur kamplarında F. Gülen’in fıkıh dersi vereceği öğrenilmiştir.
1976 Ağustos ayı başında İzmir Bornova ilçesi vaizliğine atanmıştır.
Münfesih MSP yanlısı olan Nurculardan Fethullah Gülen, İran’da gerçekleştirilen devrimin Türkiye’de de gerçekleştirilmesini arzulamakta olup, Türkiye’de İslami bir devrim için yurt sathında teşkilatlanmaya önem vermektedir.
İzmir Bornova Merkez Vaizi olduğu dönemde vaaz bantlarının yurt sathında dağıtılmasını sağlayarak Nurculuk propagandası yapmıştır.
KESTANEPAZARI CAMİİ- GİRİŞ(ERKEKYURDU DA BULUNMAKTA.İZMİR'DE NATO KOMUTANLARI İLE BAĞLANTISINI BURADA KURDU..
19.04.1980′de İzmir’de gerçekleştirilen bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada; birkaç gün içerisinde “Huruç harekatı” (Atılım harekatı) başlatılacağını, bu harekat için hemen hemen her ilde liderlerin tespit edildiğini, İran’da yapılan İslam harekatının Türkiye’de de böylece başlamış olacağını” belirtmiştir.
KESTANE PAZARI CAMİİ-KEMERALTI-KONAK-İZMİR
1980 yılında İzmir’de bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada; “Huruç harekatının başarıya ulaşması için bütün yurtta kendi binalarında ve kiralayacakları müsait yerlerde orta ve yükseköğrenim gören öğrenciler için yurt binalarının açılması, yurtlarda eğitilen öğrencilerin meyvalarını vermesi, kendi fikirleri doğrultusunda çeşitli kitap ve dergilerin basımının gerçekleştirilmesi ile özellikle Türkiye’deki öğretmenlerin büyük bir bölümünün kendi yönlerinde faaliyet göstermeleri gerektiğini” ifade etmiştir.
KESTANEPZARI CAMİİNDE YİNE OLAĞAN BİR VAKIFLAŞMA VE NURCU VAKFI,VAKIFIN ERKEK YETİŞTİRME YURDU DA CAMİİN YANINDA...
24.06.1980 tarihinde, “Denizli Merkez Akyazılı Köyü Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı” Denizli Şubesi’nin açılışında yaptığı konuşmada; “Milletimiz içinde bulunduğu zelil duruma, şeytanın uşakları muallimler ve onların yetiştirdiği inançsız talebeler nedeniyle düşmüştür. Rusya, Müslümanlığın giderek azalması ve komünizmin yayılması amacıyla, Türkiye’ye her yıl yardım göndermektedir. Ahlaksızlık, zina ve anarşi almış yürümüştür” tarzında ifadeler kullanmıştır.
Yazıcı Nurcuların lideri olan Fethullah Gülen, Bornova Merkez Camii’nde verdiği vaazlarında, hükümetin icraatlarını eleştirmiştir.
1980 yılında İzmir’de Nurcuların yayın organı “Sızıntı” adlı dergide zaman zaman “MFD” rumuzu ile yazılar yazmıştır.
12.09.1980 tarihinde Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nca kendisini yakalamaya yönelik operasyonu haber alması sonucu, İzmir’den Erzurum’a kaçmıştır.
16.10.1980 tarihinde müstafi addedilmek için Erzurum’dan 20 günlük, daha sonra Kayseri Tıp Fakültesi’nden 45 günlük rapor alıp Bornova Müftülüğü’ne göndermiştir.
1980 Aralık ayında İzmir Bornova Merkez Vaizliği’nden Çanakkale’ye tayinini yaptırmıştır.
1981 Ocak ayı itibarıyla Isparta ili Uluborlu ilçesinde bulunan Islah Sitesi’ndeki “İmam Hatip Lisesi Öğrencilerini Koruma ve Yetiştirme Derneği” merkezinde gizlenmiştir.
27.02.1981 tarihinde Eyüp İstanbul Hükümet Tabipliği, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nce 20 günlük rapor almıştır. 22.03.1981 tarihinde Çanakkale Müftülüğü Merkez Vaizliği’nden istifa etmiştir.
1981 yılında Ankara’da Nurcu liderlerden “Toprak Diş Kliniği” sahibi Hayrettin Toprak‘ın evinde saklanmıştır.
1982 Mayıs ayında Konya’daki Nurcu liderlerle bir toplantı düzenlemiştir.
7.8.1982 tarihinde Keşan’ın bir köyünde gizlenerek “Molla” ve “Dahhak” takma isimlerini kullanmıştır. Aynı yıl itibariyle Sızıntı grubuna mensup şahıslarca, Mekke’de kiralanan bir dükkanda adı geçenin bantları hac süresince Türk hacılarına satılmıştır.
10.06.1983 tarihinde Menemen Helvacıköy’de Y.İ.E. öğrencisi Yaşar Erdoğdu’nun yanında saklanmıştır.Ege Ordu ve İzmir Antalya illeri Synt. Komutanlığı’nın 7 Şubat 1985 tarihli yazısı ile arananlar listesinde yer almıştır.
18 Mayıs 1985 tarihi itibariyle, kendisini maddi yönden destekleyen zenginlere hitaben İstanbul/Altunizade’de bir konuşma yapmış ve özel okullara maddi yardımda bulunmaları için etkileyici öğütlerde bulunmuştur. 23 Eylül 1985 tarihi itibariyle Çanakkale ili Biga ilçesinde mukim Fethullah Gülen grubuna mensup Nurculardan Sabri Kadıoğlu, Abdülkadim Zellüm adlı yazarın “Hilafet Nasıl Yakıldı” isimli eserini, Nurcular ile Milli Görüş mensuplarına ücretsiz olarak dağıtmıştır. 1 Ekim 1985 tarihi itibariyle; Hizb üt Tahrir mensubu Muhammed Kürdi, parti merkezinden aldığı emir üzerine, İzmir’de tahsilini yaparken, Fethullah Gülen ile bir görüşme yapmış, ancak bu görüşmede müspet bir netice alınamamıştır.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından çıkarılan 15 Nisan 1985 gün ve 7130 97/85/Synt. İstihbarat Hrk. Ş. Ks. sayılı aranan şahıslar kitabının 2. kategori, 15. sayfa ve 588 sırasında arananlar arasında yer almıştır.1987 yılında, İstanbul’daki evinde, imamlarına eğitim vermeye başlamıştır.
Ağustos 1987 ayında ders verdiği öğrencilerine yaptığı konuşmada; “Alparslan Türkeş ile görüştüğünü, Türkeş’ten cemaatini şeriat doğrultusunda yetiştirmesini istediğini, onun da kabul ettiğini” ifade etmiştir.
Bu konunun doğru olmadığına dair de sonraki beyanatlarında Türkeş'e; Adnan Menderes'in vebali Türkeş'in boynundadır diye itham ederek göstermiştir...
KİRLETTİĞİ HUTBE YERİ-KESTANEPAZARI CAMİİ
6 Eylül 1987 günü yapılan seçim yasaklarıyla ilgili referandumda, Turgut Özal’ı desteklemek maksadı ile Nurcuların hayır oyu kullanmalarını sağlamıştır.Şubat 1990 tarihinde Korkut Özal’ın dünürünün İstanbul’daki evinde, “ANAP’ın geleceği ile ilgili” toplantıya katılmıştır.
Mart 1990 ayı içerisinde Türkiye’deki İslami faaliyetleri tek bir merkezden koordine etmek amacıyla oluşturulan İslam Şurası içerisinde yer almıştır.1990 yılı içerisinde rahatsızlığı sebebiyle birkaç kez yurtdışına çıkmıştır.
20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler arifesinde münfesih MÇP’ye 3.5 milyar yardımda bulunmuş ve seçimlerde MÇP ile ittifak yapan RP’yi desteklemiştir.
Nisan 1992 ayı içerisinde, Azerbaycan‘a giderek anılan ülkede TV kurma çalışmalarınıbaşlatmıştır.
Aynı tarihte ABD’deki Risale i Nur Enstitüsü’nün çalışmalarını yönlendirmek maksadıyla gizli olarak anılan ülkeye gitmiş, ardından Avustralya’ya geçerek Türk öğrencilerin akademik eğitim gördüğü okul ve kaldıkları yurtları ziyaret etmiştir.
Ayrıca kuracağı üniversitelerde ders verdirmek amacıyla söz konusu ülkelerdeki çeşitli profesörlerle de görüşmüştür.
1992 yılı içerisinde MÇP’den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarına giren Muhsin Yazıcıoğlu’na maddi ve manevi destek vermektedir.
19 Ocak 1994′te Ankara’da kurulan “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’‘nın kurucuları arasında yer almaktadır.
1995 yılı içerisinde ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya’nın Türkiye’deki büyükelçileri tarafından ayrı ayrı ziyaret edilmiştir.
Ağustos 1995 tarihi itibarıyla basında çıkan devlet yanlısı beyanları nedeniyle İBDA C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu tarafından ölümle tehdit edilmiştir…
MEHMET DALMAZ
FETHULLAH GÜLEN'İN PAPA'YA YAZDIĞI MEKTUP
Not: Bu mektubun Aksiyon'daki adresi iptal edilmiş. Eski Kaynak :http://arsiv.aksiyon.com.tr/arsiv/167/ M. Fethullah Gülen / Rabb'in aciz kulu / 9 Şubat 1998 Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun. Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu, ya Harran Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şumullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir. Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile, ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz. İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir. Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlikler önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkur kutsal mekanları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir. Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetlerarası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Halihazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olarak dinler arası diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenleme sürecinde bulunuyoruz. Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hıristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını acizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz. Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkar etmiştir. Bilginin tamamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır. Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıalilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız. 'Pek muhterem Papa cenapları, ''İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır. ''
FETTULLAH GÜLEN GİZLİ KARDİNAL Mİ? AYTUNÇ ALTINDAL YAZDI...
Aşağıdaki okuyacağınız yazı Gazeteci,yazar Aytunç Altındalın Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri adlı kitabının 115-116 ve 117.sayfalarında bulunan çok araştırılması ve sonucunun Türk Milletine acil olarak duyurulmasının gerektiğini anlatan bir yazıdır.
Bizler Aytunç Altındal gibi yazmıyoruz.O bazı şeyleri biliyor fakat söylemiyor.Ama biz söylüyoruz.Yazının muhatabı Fettullah Gülen denen gizli Katolik kardinalidir..Yıllarca Müslüman kılıfında / kılığında gezinip,şehir,şehir,köy,köy hatta ülke ülke gezerek kendine taraf toplayan bu adamın artık kimliği açıklanmalıdır.
Vatikanın sözünden başka bir şey bilmeyen nursuz şeytanın ve şakirdlerinin derhal Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından atılması gerekmektedir.Yıllarca bize Türk Milletine kan kusturmuş Osmanlı Devletini bile yavaş yavaş yok etmiş hatta şu içinde bulunduğumuz FETİH haftasının mimarı olan Cennet mekan Fatih Sultan Mehmed Hanın katili Arnavut asıllı YAHUDİ doktor gibi İsrailoğullarına yakınlığı ile bilinen bu çıfıtın ne mal olduğu bu tür yazılarla dile getirilmeli ve necip Türk Milleti bu konuda uyarılmalıdır.
28 şubat kadife (!!) devriminin baş mimarlarından olan bu soytarı Çevik Bir adlı emekli Mason olan paşanın dediği gibi ülkede gerçek manada İslami bir din devleti kurmaya çalışmamaktadır.Bu adamın kurmaya çalıştığı devlet Vatikan-Abd-İsrail-Ab dörtlüsünün bize sunduğu ILIMLILAŞTIRILMIŞ (!),EHLİLEŞTİRİLMİŞ (!),HRİSTİYANLIK (!) ÇEVRESİNDE BİRLEŞTİRİLMEYE çalışılan sözde İslami devlettir.
ABD de fbı ajanları tarafından 24 saat boyunca güvenlik içindeki korunan çiftlikte 5000 dolarlık masaj koltuğunda oturup, masonik medyanın Türk Kimlikli Aydın Doğanın Milliyet paçavrası üzerinden cilalanarak Türk Milletine HALİFE olarak yutturulmaya çalışılan Fettullah Gülen artık dönme sinyalleri veriyor.
Kendisinde hastalık var onun için gelmiyor denilen bu Vatikan şarlatanı derhal İslami Kimlikten çıkarılıp PAPAZ kimliği ile dolaşmalıdır.Döndüğünde tırafik sıkışır diye gelmiyor diyen NURCU tayfa çocukların bile güleceği bu sebeple oyalatılan Türk Milleti artık bu ve benzeri gibi DIŞ MİHRAKLARIN yerli taşeronlarını bilmesi anlaması ve uyanması gerekmektedir.
İslamdan,Türklükten fersah fersah uzaktaki bu VATİKANIN İSLAM HALİFESİ nin bizlere ve genç neslimize zerk edeceği ZEHİR in telafisi,panzehiri asla,asla,asla bulunmamaktadır.Onun için her daim Türk Milletine Zaman,Stv,Sızıntı,Aksiyon gibi lağımlarla ulaşmaya çalışan bu sözde halifenin yayınları seyredilmemeli,paçavralarına ilanlar verilmeyerek çöküşünü hazırlamalıyız.Türk Milletine kin ve zehir kusması bu şekilde önlenmelidir.
İşte Fettullah Gülenin gizli kardinal olduğuna dair ip ucu yazısı..
PAPA 2.JOHN PAULUN GİZLİ KARDİNALLERİ
16 Nisan 1995 te Papa 2.John Paul,VATİKAN St.PeterMeydanını dolduran 200.000 kişilik bir kalabalığa,Paskalya mesajını okudu.Papa ilk kez bu paskalya mesajında siyasal haklar edinmek için silahlı mücadele veren örgütleri bizzat dile getirdi.Papa aynen şunları söyledi.
‘’Özellikle Kürtleri,Filistinlileri ve Latin amerikadaki gurupları siyasal haklar elde etmek için silahlı mücadelede bulunmaya son vermeye çağırıyorum.Toplumda karşılıklı kabule ve saygıya dayalı kullanılabilir (equitable) çözümün tek yolu vardır.Diyalog.Ben onları bir an önce diyalog başlatmaya davet ediyorum.’’
Bu Papalık çağrısından sonra ilginç gelişmeler oldu.İlkin Belçikada,sonra da Almanyada ‘’Diyalog’’ gurupları oluştu.Hemen ardından 1995 yılının Eylül ayında ‘’Pkk diyalog istiyor’’ sesleri yükseltilmeye başlandı.Bunları ‘’Türkiye diyalogdan kaçıyor’’ şeklindeki batı basınının manüpile edilmiş haberleri izledi.Türkiye yeniden insan hakları örgütlerinin boy hedefi haline getirildi.
Vatikanın ve onun bürokrasisinin Türkiyedeki siyasi gelişmelerle doğrudan ve açıklanmış iradeyle ilgilenişi işte bu 16 nisan paskalya konuşmasından sonra hız kazandı.Ne hikmetse bu güne değin ‘’Diyalog’’ sözcüğünü telaffuz bile edemeyen bazı çevreler ‘’Din’’ aşkına ‘’Diyalog ve Hoşgörü’’ toplantıları düzenlemeye başladılar.
Papanın ne tür bir diyalog çağrısı yaptığı ise Katolik Kilisesi tarafından yayınlanan resmi belge ve yayınlardan anlaşıldı.Katolik aleminde en ciddi ve en çok izlenen yayın organı olan ‘’THE CATHOLİC WORLD REPORT’’ (Abd tarafından finanse ediliyor) Mayıs 1995 sayısında Türkiyeyi tek taraflı suçlayan bir haber yayınladı (ss.13-14).Haberde Amerikalı Cumhuriyetçi Senatör John Porterin ‘’Türkiyede Kürtlere Jenosist uygulanıyor’’ şeklindeki demeci verildikten sonra Müslüman Türklerin elindeki Ankara Hükümetinin başta Kürtlere,Aramilere,Ermenilere,Süryanilere ve Rumlara baskı yapmakta olduğu vurgulandı.(Aynı senatör bilindiği üzere ABD de Ermeni soykırımı tezini savunur.İki ay önce (1998 yılı) eşiyle gelerek Türkiyedeki bazı Kürt liderleriyle görüşmüştü.Aynı dergi haziran 1995 sayısında ise tam altı sayfalık bir yazıyla Türkiyenin AB ye girmesini engelleyeceğini duyurdu.Papanın diyalog çağrısının böylece kasıtlı bir Anti-Türkiye kampanyasını seslendiren bir ‘’monolog’’ olduğuda anlaşıldı.
Rastlantı buya 1995 ten buyana Türkiyede diyalogla yatıp,hoşgörüyle kalkanlar,ne hikmetse tıpkı VATİKAN ağzıyla konuşarak terörist bir örgütle Türkiye Cumhuriyetini ‘’Diyalog ve Hoşgörü’’ yutturmacasıyla kendi deyimleriyle ‘’Diplomatik’’ görüşmelerde bulunmak üzere eşit taraflar olarak ‘’Diyalog masasına’’ oturtmaya uğraştılar.Hala da uğraşıyorlar…
Vatikan bu gelişmeleri nasıl değerlendirdi bilinmez .Ama ölmeden evvel Papa 2.Jean Paul sessiz sedasız bir atama yapmıştı.21 şubat 1998 de resmiyet kazanarak yürürlüğe giren bu atama olayı ile Kardinaller Kolejine (Vatikanın senatosu) 20 yeni kardinal daha atandı.Böylece bu PAPA nın ölümünden sonra yapılacak olan seçimde oy kullanma hakkına sahip olan kardinal sayısı 122 ye yükseltildi.(Gerçekte 166 kardinal var.Bunlardan 80 yaşının üstündekiler oy kullanamıyorlar.).Yeni kardinallerin ikiside Amerikalıydı.Bunlardan biri Türkiyedeki ‘’Diyalog ve Hoşgörücüleri’’ yakından tanıyan Chicagolu Francis Kardinal George diğeride eski Denver Başpiskoposu James Kardinal Satfford du.
Ancak ilginç olan bu değildi.Papa 2.john paul neredeyse 100 yıldır uygulanmayan bir ‘’Papalık Hakkını’’ da bu atamalarda kullanmıştı.Vatikan terminolojisinde ‘’in pectore’’ diye bilinen bu uygulamaya göre Papa 20 Kardinale ek olarak ikide ‘’in pecture’’ yani GİZLİ kardinal atamıştı.Söz konusu sözcük Latince ‘’Kilisenin bağrına bastığı gizli evladı’’anlamına gelmektedir.
Diğer bir anlatımla ‘’in pecture’’ ile yıllardır Vatikanın ‘’gizli’’ hizmetinde çalışan ve / fakatKENDİ ÜLKESİNDE KİMLİĞİNİ GİZLEYEN BAŞKA DİNE MENSUP iki kişi şu anda Vatikanda kardinal yapılmış bulunuyorlar.
Papanın özel ‘’audiance=görüşme’’ yapmasından sonra kardinalliğe getirmeye uygun gördüğü bu kişilerin kim oldukları şu anda PAPA dahil sadece 7 kişi tarafından biliniyor.Geleneğe göre papanın bu şahısların kimliklerini ölümünden önce açıklaması gerekiyor,yoksa bu kişilerin ‘’in pecture’’ statüleri kimlikleri açıklanmadan sürecek.
Yıllardır vatikanın isteklerini yerine getirerek ‘’gizli katolik’’ olarak çalıştıkları ve bizzat papanın dediğine göre gerçek kimliklerinin açıklanması halinde ihanetleri nedeniyle kendi ülkelerinde ÖLDÜRÜLEBİLECEKLERİ ihtimali bulunan bu iki kişi acaba kimdir?.Bunlardan birinin Çin Halk Cumhuriyetindeki bir din adamı olduğu tahmin ediliyor.Diğeride acaba Orta Doğudan Müslüman bir lider,kral ve / veya bir din adamı mıdır.Soğuk savaş yıllarında CİA adına çalıştığı bilinen Papa 2.John Paulun Vatikandaki mafyası ‘’OPUS DEİ’’nin orta doğuda hangi liderlerle kolkola ve sermayesiyle iç içe olduğu biliniyor.Bir kaç yıl içinde çok hazin bir ‘’ALDANIŞ’’ la karşılaşmasınlar diye orta doğunun Müslümanları bu soruyu kendilerine sorsalar iyi ederler,kanısındayım..
Aytunç Altındal
Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri (sayfa115-116-117)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)